KONU BAŞLIKLARI

1- STRATEJİK AÇIDAN ÇİN

2- ASYA GEZİSİ GÜNLÜKLERİ

    Singapur, Kuala Lumpur (Malezya), Ho Chi Minh City (Vietnam), Phnom Penh (Kamboçya), Bangkok (Tayland), Vientiane (Laos), Hanoi (Vietnam), Hong Kong, Shanghai, Xian, Beijing, Kaşgar, Urumçi (Çin), Ulanbatur (Moğolistan), Bakü (Azerbaycan)


3-
STRATEJİ VE JEOPOLİTİK

                                

1- STRATEJİK AÇIDAN ÇİN
Kitap yayınlandığı için bazı yazılar buradan çıkarıldı. Aşağıda kitaba ulaşmak için gerekli linkler bulunmaktadır.



http://www.dr.com.tr/Product.aspx?pid=0000000305184

http://www.idefix.com/kitap/stratejik-acidan-cin/tanim.asp?sid=Q7VJ0FGO0A0AQBWJR7QY

                

                            


ASYA GEZİSİ GÜNLÜKLERİ

30 Mayıs 2004, Yeşilköy 22.30

Önce konut fonu mu? Eğitime katkı mı? 50 dolar vermek ağır geldi. Heyecanlandım. belki bir bilinmeyene uçuyordum. Yabancı olduğum topraklara. Ve kısa kısa kalacaktım. Biletimi aldık. Pasaport kontrolünden 2 seferde 50 $ ödeyerek geçtik, 214’e geldik. Tekrar kontrol. Elektronik detektörden bir seferde geçtim. Başarı. Çoğunluk yabancı! Beni rahatsız etti. Sanki hepsi Türk olmalıymış gibi bir şey hissettim. Uçak Bangkok aktarmalı Singapur’a gidiyor. Yarın TSİ 12.40 Singapur saati ile 1640’da Singapur’a varacağız. Üçüncü katip birisini gönderecek. İsim kartonu ile karşılayacaklar ve henüz bilmediğim bir otele beni götürecekler. Beklerken yanıma küçük çocuklarla birlikte aile geldi. Nece konuşuyorlar anlamadım, sanki Polonya veya benzeri. Bütün erkek çocuklar aynı. Yaramaz, sesli. Kız çocuklar ise uslu ve sessiz.          

            31 Mayıs 2004, 07.45
           
Uçak 50 dakika gecikmeli kalktı. Sebep bir önceki uçuştan gelmesi imiş. Adı Isparta. Bir Airbus A 340-300. büyük uçak. Ne de olsa uzun yol gidecek. 36K no’lu koltuğa oturdum. Yeşilköy’den yavaş yavaş ayrılırken ilginç duygular. İstanbul’u gece tepeden görmek çok güzel. Akşam/gece 12.30’da bir yemek geldi. Sanırım uyuyakaldım. Uyuyakaldım çünkü bu uçağın koltuklarından Mercedes 302’ninki daha rahat. Ortada 4’lü, sağ ve solda ikili. Fazla yolum yok. Bazıları ortada 4’lü olan koltuklarda tek başlarına. 4 koltuğa uzandılar, yattılar. Battaniyeyi de örttüler. Yataktan farkı yok. Ben sağda cam kenarı. 2’li koltukta dönüp durdum. Sabah 7’de kahvaltı. 2 Nescafe içtim. Bir insan için çok fazla yemek vardı. Bir yabancı genç vardı. Hepsini bitirdi.
            08.45
           
Bangkok’a indik (08.45). Artık Zuhal Dilimini kullanacağım. Yoksa karışacak. Neyse Türkiye kalkış 20.55Z Bangkok varış 05.45Z. saatimi de Zuhale ayarladım. 05.55Z.:) Bangkok dümdüz. Hollanda’dan daha düz. Ortadan nehir geçiyor. Dikdörtgenler halinde tarlalar. Yeşillik. Grup grup siteler. Büyük kooperatifler mi acaba? Ne kadar da maket gibi
yapılmışa benziyor. Çok sıkıcı. Herhalde böyle düz bir arazide yaşanmaz. Golf çok yaygın olsa gerek. 06.45’te tekrar Singapur’a havalandık. Bangkok’u tekrar gördüm. Nehir şehrin ortasında kıvrıla kıvrıla ilerliyor. Sonra denize varıyor. Nehir boyunca yani blok içerisinde gemiler tekneler çok var. Şehir denize yanaşamamış. Deniz ile karanın seviyesi yakın olduğundan (med-cezir etkisi de var) tarlalar deniz ile şehir arasında.
           
SİNGAPUR
            31 Mayıs 2004
            YMCA GECE

            Singapur'un aksam görüntüleri var. Yarin sabah da gündüz görüntülerini aktaracağım. Bugün Singapore havaalanından çıktıktan sonra üçüncü katip Özlem Hanım’ın göndermiş olduğu şoför (bir Singapurlu) beni minibüs ile alarak YMCA (Young Man's Cristians Association)'a ait bir otele getirdi. Özlem hanıma herhangi bir problem olmadığını bildirdik. Şoför minibüsü ile gitti. Ben 512 nolu odaya yerleştim. Üzerimi değiştirip Laptop’u alarak aşağıya indim. Resepsiyondaki görevlilere Mandarin Hotel'in yerini sordum. Çünkü Özlem Hanim Mandarin Hotel'in Electronic Shop'ina gitmemi söyledi. Türklere indirim yapıyorlarmış. Büyükelçilikten gelenlere. Ben itaatkar adamım. Tabii ki oraya gideceğim. Resepsiyon görevlisi tarif etti. Yürüyerek 15 dakikada gittim. Ekrem adında bir Pakistanlı ile muhatap oldum. O da Türklerin buraya geldiğini söyledi. Canon S1 IS marka digital makineyi aldım. 760 S$. Ayrıca 256 MB fotoğraf makinesi belleği, Card reader, Battery Charger, 128 MB USB memory , ve makinenin çantasını (45 S$) aldım. Toplam 1120 S$ tuttu. USD olarak 667 tuttu. Gördüğüm kadarı ile İstanbul ile kıyaslanınca çok ucuza mal oldu. 1 milyar 250 milyon sadece fotoğraf makinesi idi, Doğubankta. Bütün aldıklarım 995 milyon TL. 41.35 S$ havaalanında geri alacağım. Biraz daha ucuzlamış olacak. Yine de az para değil. Çıktım Orchard Road'da yürüdüm. Singapur'un tek caddesi imiş. Yol üstündeki bir kafede, oturdum. Resimde görünen döviz bürosundan 10 USD bozdurdum. 16.80 S $ tuttu. Bir sütlü neskafe içtim. 0.90 S $. Herhalde Türkiye'den daha ucuz olsa gerek. Oradan bazı fotoğraflar çektim. Kahvemi bitirip kalktım. Otele doğru yürümeye başladım. Akşam saat 0915 olmuştu. (GMT ARTI 8) Yol üzerinde fotoğrafı görünen yerde oturup, bir sigara içtim. Gençlerin İzmir’den farkı yok. Burada da düşük belli pantolonlar yaygın. Ne kadar tehlikeli bir kıyafet. Yaşları ilerleyince böbrek hastalıkları çok olacak. Burası sıcaklığı gündüz 33 derece. Mersin gibi rutubetli. Nefes zor alınıyor. Otele geldim. Internet cafeye 45 dakika takılıp e-maillerimi kontrol ettim. Otelin altındaki McDonald's dan chips ve büyük bir bardak kahve aldım. Toplam 3.80 S $ tuttu. Yol üzerinde onları bitirdikten sonra otele girdim. Bu arada bazı fotoğraflar çektim. Otelin lobisini, ismini v.s. Odama çıktım. Resepsiyondan aldığım adaptöre bilgisayarı, cep telefonunu ve fotoğraf makinesi pillerini yeni aldığım şarjere taktım. Yarın sabaha kadar kalacaklar. Şu anda Saat 1140, notlarımı yazmayı tamamladım. Değerlendirmeler: Küçük bir şehir devleti. Her taraf insan dolu. Çoğunluk Çinli gibi. Taylandlı da var. Zencilere, İngiliz tiplilere de rastlanıyor. Şehir çok düzenli ve temiz. Ancak yürürken sigara içen ölürcesine içine çeken kızlara rastladım. Yarın fotoğraflarını çekeceğimi umuyorum. Hava sıcak olduğundan mini etekli olanlar da çok var. Yüksek binalar ve yeşillikler olarak da tanımlayabilirim. Şoför havaalanından gelirken geçtiğimiz yolun denize yapılan dolgu ile meydana getirildiğini söyledi. Yolun deniz tarafında ayrıca yeşillik, ağaçlık da yapmışlar. Yüksek binaların yanında bu kadar yeşilliğin olması ne kadar güzel. Doğa ile iç içe yüksek binalar, temizlik, düzen. Sanki insan kendini son derece güvende hissediyor. Bebekleri herhalde dışarıya çıkaramıyorlar. Çünkü çok nemli. Fakat gençler bu kadar serbestçe yasarsa çocukların olmaması da normal karşılanmalı. Bu oteli tavsiye ettikleri için Özlem Hanıma teşekkür etmeliyim. Çünkü yürüyerek tek işlek ana caddesine gidilebiliyor.
          01 Haziran 2004
          12.35
         
1 Haziran saat 12.35. Bir kafede oturuyorum. Yol kenarı biraz ilerde büyükelçiliğin binasını geçmiştim. (SGX1) Yoldan geçenleri seyrediyorum. Çok değişik insan tipleri var. Çinli tiplerde normal vücut olanlar ile hastalıklı bir zayıflığa sahip olanlar var. Düzgün bir vücut az bulunuyor. En normal vücuda sahip olanlar beyazlar ve Pakistan/Hind/Zenciler. Malaylar da fena değil. Bu zayıfların çok yaşayacağına pek inanmıyorum. Buradan bazı fotoğraflar çektim. Hava nemli ve sıcak. Aslında nem oranı Mersin’den düşükmüş. Şehir, iş yerleri ve caddeler. Başka bir şey olamaz zaten. Tanıtımlarda koloni
zamanlarından kalanları söylüyordu. Daha eski bir tarih yok. Singapora “Aslan Şehri” demekmiş. Çok önceleri bir Samatra Prensi bu ismi vermiş. Çinli, Malay ve Hindistan kültürlerinin karışması. Hindu bankası gördüm. Türk işyerleri, bankaları yok. Batılı markalar, kıyafetler v.s. çok var. Şehir toplam 630 km2, en yüksek tepesi 175m. Bukit Timah. İngilizler ile ticaret noktasını 1786’da Penang bölgesinde kurmuş ve 1795’de Hollandalılardan Malaylaka’yı almışlar. 1819’da Sir Stamford Raffles yönetimi almış ve güneydeki adaları almış. Malezya’nın güney ucunu da almış. Burada ırmak gezisi var. Fotoğraflarını çektim. Bir şeye benzemiyor. Santosa adası uzak gitmedim. Akşama kadar dönemeyebilirim. Raffle hotelin önünden geçtim. Çok önemliymiş gibi hem anlatıyorlar, hem notlarda yazıyor. Müzeler (içinde ne varsa!) ve botanik bahçeleri ilgimi çekmiyor. Gece hayatı ise benden uzak.
           Cep telefonu ve kulaklıkla kullanımı yaygın, tehlikeli. (Bakteri/manyetik açılarından) Metro yaygın, yeni istasyonlar yapılıyor. Benim işim yerin üstü ile. Alışveriş merkezi Orchard Road
üzerinde. China Town’a gitmedim. Çin’de çok dolaşacağım nasılsa.
          
Bugün bol bol yol teptim. Fotoğraf çektim. Büyükelçilikteki işim 16.30’da bitti. 14.30’da başlamıştı. Sağolsunlar uzun zaman ayırdılar. Yorulduktan sonra 17.50’de taksiye bindim. Önce YMCA’a gidip bavulumu aldım. 10$ bozdurdum. Taksiye 19.50 $ verdim. Yaklaşık 15 milyon. Türkiye’den çok ucuz. Yarım saat gittik. Havaalanına geldim. 19.10’da check-in yaptım. Saat 1930-1950 arası free internette e-maillerime baktım. Şimdi F56 çıkış kapısındayım. Malezya havayollarının MA 610 sayılı uçağı ile 01 Haziran tarihinde 21.25’de kalkacağız. 55 dakikalık bir yolculuktan sonra Kuala Lumpur’a varacağız.
          
Dün akşam Kuala Lumpur’a vardım ve otele giderek uyudum. Bugün ise saat 09.54’te uyandım. Çok yorulmuşum. Kahvaltımı yaptım. Havaalanı servisi ile havaalanına, oradan 11.00’da tren ile KL Central durağına geldim. 35 RM fiyatı. Oradan LRT’ye bindim. 1.30 RM. İki durak sonra Mescid’e geldim. Kitaplarda geçiyordu. 1909’da yapılmış. İçinin ve dışarının resimlerini çektim. Oradan yürüyerek 15.30’da Refleksoloji uzmanını buldum. Bu arada iki yerde oturup çay içtim. Birisi 1.5 RM diğeri 7.5 RM Birisi basit bir lokanta idi. Diğeri kafe. Gezdikçe resim çekmeye devam ettim. İstanbul’dan farklı değil. Ancak şehir küçük. 21 milyon nüfusu var ülkenin. İngilizler burayı bırakıp gitmişler. Meşruti Monarşi ile yönetiliyor. 32 yıl Mahathir Muhammed yönetmiş. Şimdi de aynı partiden başka biri başbakan. İthalat ve ihracat hacmi Türkiye’den çok büyük. Gençlerden her çeşit kıyafetli insan var. İlginç bir karışım. %65-70 Malay, %30 Çinli, %5 Hindli. Yeni binalar çok güzel. İkizlerin(Patronas kuleleri) önünde gündüz durup resim çektim. Oradan ayak masajına gittim. 40 dakika 38 RM (Yaklaşık 10 $) Ercüment beyin dediği gibi ise bende bir rahatsızlık yok. Çünkü bağıracak bir sancı hissetmedim. Ancak serebral
bölge (kafa), böbrek ve ince bağırsaklarda problem olabilir. (Zaten kafamda bir problem olduğunu biliyorum).
           
Oradan büyükelçiliğe gittim. Çalışanların yaklaşımları hiç hoşuma gitmedi. Hindli güvenlik görevlisi (Neden Hindli ?) Pasaport istedi. Başkomiser, 4 ay önce buraya gelmiş olan güvenlik görevlisi ile ayak üstü 5-10 dakika sohbet ettik. Eşi hemşire imiş ve buraya gelmeden evlenmiş. Beni ikiz kulelere kadar arabası ile bıraktı. 1994 Akademi mezunu. Arkadaşlığı ve yakınlığına teşekkür ederim. Burada da bayanlardan kapalı olanlar, normal olanlar veya mini etekliler, her çeşit var. Turistler özellikle İngiliz tipli çok var. Akşam ikiz kulelerin önündeyim. Bu satırları oturduğum yerde ikiz kulelerin hemen önünde yazıyorum. Saat 20.30 Türkiye’de 15.30.

           
Suria Çarşısını dolaştım. Kapitolden, Carrefour’dan farksız. İnsanlar, kıyafetler, yeme içme kültürü (pastaneler, v.s.) aynı burası rahatlıkla yaşanabilecek bir yer. Bazı gençler kız arkadaşları ile dolaşıyor, oturuyor. Sayın Büyükelçi buranın şeriat hukuku ile idame edildiğini, şeriye mahkemeleri olduğunu söyledi. Konuşmanın başında ve sonunda “Esselamü………” olduğunu belirtti. Gördüğüm insanlar memnun. Medrese ve diğer batılı eğitim sistemi bir arada. Şeriye mahkemeleri ve batılı mahkeme bir arada. Singapur’da da toplumların iç hukukuna devlet karışmıyor. Osmanlı dönemi gibi. Hayret, Meşruti monarşi, şeriye, batılı mahkemeler hepsi bir arada yaşıyor ve en önemlisi ticaret hacmi Türkiye’den çok büyük. Hem Singapur’un hem Malezya’nın.
           
HO CHI MINH CITY, VİETNAM
            Bu gün sabah saat 0445'te Canan tarafından uyandırıldım. İyi oldu. Saat 5'de otelin uyandırma servisi de telefonla aradı. Hazırlandım. Resepsiyona gittim. 280 RM değil 330 RM ödedim. Yüzde on beş farkı bu kadar oluyormuş. Saat beş buçukta servis ile havaalanına gittim. Check-in zamanı saat altı on beş oldu. Erken gelmişim. Pasaport kontrolünden de geçtikten sonra Saat altı kırk beşte Aerotrain'e binerek galaksiye geçtim ve c 6 no lu çıkışın önünde oldum. 03 Haziran Saat 7.40'da uçak havalandı. 1 saat 55 dakika sonra Ho Chi Minh’e ineceğiz.
            Buraya geldiğimde saatimi bir saat geri aldım. Simdi GMT artı 7. Saat 8.30'da Ho Chi Minh City havaalanında indim. Havaalanı çok küçük. Halbuki burası Vietnamın ticaret, sanat, üretim, nüfus olarak en büyük kenti. Nüfusu bir kaynakta 4, diğerinde 6 milyon diyor. Belki dört milyon daha doğru. Daha önceden anlaştığım rehber bayan kapıda beni Vietnam’ın milli kıyafetleri ile karşıladı. Akşama kadar da hiç çıkarmadı. Resimleri var. Oradan resimlerde bulunan jip ile doğruca otele gittik. Otel girişinin yanında bir bar var. Orada ekmek ve omlet yedim ve çay içtim. Daha sonra bavulumu ve bilgisayarımı odaya ve kasaya koyduktan sonra bu sefer yüksüz olarak, tekrar jipe binerek gezilecek yerlere gittik. Bunlar, Ho Chi Minh'in sarayı, Vietnam savaşının kurbanlarını ve Vietnam savaşını anlatan resimlerin bazı askeri malzemelerin gösterildiği War Remnants in Vietnam müzesi, daha sonra The Museum of Vietnamese History Ho Chi Minh City (Vietnam tarihi) müzeleridir. Özellikle Vietnam savaşının konu alındığı müze beni çok etkiledi. O fotoğrafları çekmek istemedim. Bir broşür yanımda var. Zaten çocuklara tavsiye edilmiyor. Ho Chi Minh'in sarayı Osmanlının saraylarının yanında bir gece kondu gibi kalıyor. Özellikle Vietnam tarihi müzesi de çok güzel. Milattan önce iki bin yılına giden tarihi çok etkileyici. Turizmciliği öğreniyorlar. Gelmeden önce hangi Vietnamlıya e-mail gönderdi isem cevap verdi. Belki para yokluğundan ama yine de bir millet olarak ilgilenmeleri çok hoş bir şey. Önümüzdeki yıllarda çok ciddi bir gelişme yasayacağa benziyor.
            Hele o tropikal meyvelerin çokluğu ne kadar güzel. Neden bunlar Türkiye'de yok anlamam. Daha önümde çok yol olduğu için pek bir şey yemedim. Midemi bozmaktan çok korkuyorum. Saat beşte arabamızı serbest bıraktık. Sonra sokaklarda yürüdük. Oradan sahile Touristic Sailing Restaurantların olduğu yere geldik. Biraz konuştuktan ve çay içtikten sonra bir gemiye bindik. Listede görülen fiyatlardan ürktüm. Ancak rehberim bakma onlara dedi ama içim pek rahat etmedi. Yine de bozuntuya vermedim. Marul salatası, balık, sebze çorbası, pilav su aldım. İlk defa çubukla yemeği denedim. Alışacağım gibi. Saigon nehrinde tekne ile bir saatlik gezi yaptıktan sonra saat dokuzda döndük. Taksi ile otele döndük. Biraz oturduktan sonra bayan taksi ile evine gitti. Ben kaldım. Resepsiyondaki gençlerle sohbete başladım. Gece saat on iki buçukta sohbeti bırakıp odama çıktım. Duş aldıktan sonra bu satırları yazıyorum. Hanoi'de rehbere ihtiyacım olmayacak burada Vietnamı öğrendim. O kadar çok motosikletli var ki anlatsalar inanmazdım ve bu kadar olabileceğini tahmin etmezdim. Fotoğraflarda ayrıntıları ile var. Trafik ışığı, kuralları hak getire. Ama nasıl oluyor da hiç kaza olmuyor. Şaşılacak bir şey. Sikloları(sürücüsü olan bisikletler, o bölgeye özgü) gezdiren insanlara acıdığım için onlara binmedim. Yemekler sokakların her yerinde. Sağlık koşulları diye bir şey yok. Fotoğraflarda var. Gece bu vakitte Vietnam televizyon kanalları kapalı. Çin kanalı, CNN ve MTV açık. Saat 1.35. Eğer bilseydim böyle ilginç bir şehir olduğunu iki gün olarak planlardım. İnsanlar çok hür. Sanki ortada devlet diye birşey yok. Büyük devletlerin konsoloslukları var. Türkiye'nin yok. Nehir içinde büyük ticaret gemilerinin yükleme boşaltma yaptıklarını gördüm. Buraya ağırlık verilmesi daha doğru olur kanaatindeyim. Çünkü çok boş bir alan. Daha da gelişecektir. İnsanlar çok cana yakın, güler yüzlü. Asık suratlı batılılar ve Singapur’daki Çinlilerden sonra burada hiç yabancılık çekmedim diyebilirim. Tropikal meyvelerin bir an önce Türkiye'ye getirilmesi gerekir. Türk insanının çok hoşuna gidecektir. Fiyatları ise çok ucuz. Taze Hindistan cevizi 2000 dong. 15000 dongun 1 dolar olduğu hesap edilirse ucuzluk dikkat çeker sanırım. Kızların serbest olması ise çok ilginç. Yokluk, serbestlik, yakınlık suiistimale çok açık hususlar. Batılılardan özellikle İngilizler var. Herhalde çoğunluğu malum sebeple geliyorlar. Eğer böyle giderse bu millete de yazık olacak. Kaldığım otel devlete aitmiş. Geleneksel kıyafetler içerisinde Vietnamlı kızlar çok güzel oluyorlar. Boylar kısa, minyon tipliler. Çinli ile Vietnamlıyı ayırmam çok zor. Birbirlerine o kadar benziyorlar ki. Buradaki maliyet çok oldu. Ancak Hanoi'den çıkarırım.!!! Gemideki yemek 150 bin dong oldu. Yani 10 dolar. Aslında böyle bir teknede Türkiye’de çok daha pahalıya mal olur. Ucuzluk bu işte. Jipin maliyeti 300 bin dong yani 20 dolar. Sabahtan saat beşe kadar. :)
            PHNOM PENH, KOMBOÇYA
 
          
4 Haziran Cuma günü 50 dakikalık bir yolculuktan sonra, saat 1430'da havaalanına indim. Vietnam havayollarının bir Fokker 70 uçağı ile. Visa kabul yerine gittim. Önce turist vizesi diye yazdı memur. Sonra sizin pasaportunuz özel pasaport dedi. Ben ne kadar vereyim diye sorunca ne verirseniz verin dedi. Turist harfini değiştirdi (T) ve (B) harfini yazdı. Ben de 20 dolar yerine 10 dolar verdim. Bir Amerikan doları 4000 Kamboçya parası ediyor. Son noktadan da geçince dışarı doğru yürüdüm. Dışarıda rehberim elinde ismim bekliyordu. Yanına gittim. Taksiyi çağırdı. Taksiye binerek otele geldik. Elimdeki ağırlıkları bıraktıktan sonra tekrar arabaya bindim. İlk önce Royal Palace'a gittik. İçeriyi gezdik. Kralın evini uzaktan seyrettik. Taç giyme odasını gördük. Ayakkabı çıkarılarak giriliyor. Her şey altın kaplama sanki. Yerler komple gümüş. Kralın ve kraliçenin oturacağı tahtlar var. Buraya kral ve kraliçe hayatında sadece bir defa o da tacı giyme töreninde oturuyormuş. Oradan National Museum'a gittik. Milli Müze yalnızca Buda haritalarını içeriyor. Dokuzuncu yüzyıl öncesi ve sonrası yapılan buda heykelleri var. 12. ve 13. yüzyıllara ait Kmer Haritasını burada görüntüledim. Rehber büyük bir özlemle anlattı. Yeri gelmişken rehberim çok ciddi, kendini bilen ve efendi biri. Onun da fotoğrafını çektim. Bazı buda inanışı ile ilgili bilgiler verdi. Kamboçya buda inancı Vietnam ve Hindistan Budalarından farklı imiş. Kral bir yönüyle de en büyük budayı temsil ediyormuş. Kızıl kmerler kralın ailesini öldürmüş ancak krala dokunamamış. Simdi ise her yerde budalar var, ibadet ediyorlar. Halk çok hür, serbest. Kapitalizmin başında bir yer Vietnam gibi. Hem Vietnam hem de Kamboçya çok gelecek vadediyor. Bağımsızlık Anıtını da yoldan geçerken gördük. Mekong nehri kıyısına çıktık. Orada çok görüntü aldım. İnsanlar ailecek nehir kıyısına geliyor. Bir şeyler yiyorlar. Eğleniyorlar. Ben de közde kızartılmış üzerine soya yağı ve taze soğan taneleri serpilmiş bir mısır koçanı yedim. Seker pancarı gibi bir şey soğuk olarak ağıza alınıyor, ısırılarak emiliyor. Seker tadında soğuk su içmiş oluyorsunuz. Hamam böcekleri, çekirge, büyük örümcek yiyorlar. Çok ilginç rehberim inancı kuvvetli bir budist, o da yiyormuş. Akşam oldu. Saat 0630. Otele geldik. Rehberime araba ve rehberlik karşılığı anlaştığımız gibi kırk doları verdim. Buraya göre kırk dolar çok büyük bir para. Ancak bilinmeyen yerde, ne yapılabilir? Şehirde Ho Chi Minh'de olduğu gibi çok fazla motosiklet var. Ancak jip ve araba sayısı oradan çok fazla. Otele geldikten sonra yarım saat kadar dinlendim. Dışarı çıktım. Bir saatten fazla ana cadde üzerinde dolaştım. Bu arada Internet kafeye gittim. Yarım saati 500 Kamboçya parası. Yani doların sekizde biri. Müthiş ucuz. Sayıları da çok fazla. Bu gidişle gerçekten bir yerlere gelecekler. Yürürken köşede gördüğüm bir yere geldim. Oturdum. Fotoğrafları var. Dışarı çıkarken üzerine bozukluk dolarlar hariç bir tek fotoğraf makinesini aldım. İki tropikal bitkinin suyunu içtim. Sekerli ve ağır içecekler. Fiyatları yarım dolar. Umarım hasta olmam. Herhalde insanı bomba gibi yapar bunlar. Oturduğum yerde biraz İngilizce bilen elli iki yaşında biri ile karşılaştım. O da bir şeyler içiyordu. Bir süre orada oturduktan ve ilave olarak iki küçük pet sise su içtikten sonra tanesi doların dörtte biri bizimki ile aynı,  çünkü tropikal içecekler ağır olduğu için ağzım kurudu ve içim yandı, ayrılarak otele geldim. Kmerleri görmüş ve öğrenmiş oldum. Burada Vietnam’da olduğu gibi Çinli iş adamları çok var. İş dünyasını kontrol ediyorlar. Ancak Alman, Fransız, İngiliz yatırımları da var. Ortalık boş iken herşeyi kapıyorlar. Buranın Vietnam gibi yatırımcıya ihtiyacı var. Ben ise keşke iki gün kalabilseydim dedim.
           
Sabah Bangkok’a giderken check-in esnasında bir bayan gördüm. Yeşil gözlü, boyu benden uzun. 4 çocuğunun pasaportunu ve kendi pasaportunu uzattı. Kucağında belki altı aylık bir bebek vardı. Çocuklar da 6-9 yaşlarındaydı. Bir başka İngiliz yanında 35 yaşlarında bir esmer Kmer bayan ve bayanın 5 yaşlarında çocuğunu götürüyordu. Batılılar hem iş yapıyorlar, giriyorlar, hem çocukları götürüyorlar. Bu iş devlet ile olmaz. Bir takım kurumlara NGO’lara ihtiyaç var. Gördüğüm kadarıyla Çinliler yalnız para ile ilgileniyor, batılılar çocuklarla da. Burada çok batılı var. Ailesiyle (özellikle Amerikalı ve İngilizler) çocuğuyla gelenlerde var. Bangkok uçağı tıka basa dolu.
            BANGKOK, TAYLAND
            05 Haziran günü Bangkok'a Phnom Penh'ten 1050 uçağı ile geldim. Vardığımda saat 11.50 idi. İşlemleri tamamlayıp çıkıncaya kadar 1215 oldu. Çıkışta otelin servislerine bakan personeli buldum. Havaalanından otele servis var. Elindeki listede ismimi gördük. Ancak rehberim de bekliyor olacaktı. Telefon ettim. O da beni bekliyormuş. Otelin servis minibüsü ile rehberim ile birlikte otele geldik. Ben odaya çıkıp eşyalarımı bıraktım. Değerli şeyleri resepsiyona ve emniyet kasasına bıraktıktan sonra rehberimle çıktık. Bir taksi tutmuş. İlk olarak bir tapınağa gittik. Nedendir bilmem hem Phnom Penh'de hem de burada beni ilk defa buda tapınağına getirdiler. Ayrıca birşey belirtmek istiyorum. Singapore'da otel odasında İncil vardı. Bangkok'da da Buda öğretisi kitapları vardı. Kamboçya'da da bir çekmecenin içinde kıbleyi gösteren bir işaret vardı. Bangkok'da tapınakta bir süre dolaştıktan sonra çıktık. Dışarıda dolaşmaya başladık. Arabadan inerek cafe gibi bir yerde oturduk. Biraz bir şeyler atıştırıp internete girdikten sonra çıktık. Alışveriş çarşılarını sokakları dolaştık. Nehir kenarına geldik. Bir motorla bir saat kadar gezdik. Döndüğümüzde akşam olmuştu. Bir yerde oturup, yemek yedik. Yemekten sonra çıkarak otele geldik. Taksi şoförünün ve rehberimin ücretlerini verdim (45 USD taksi, 25 USD rehber). Otelden ayrıldılar. Ben de yatmaya çıktım. Şu ana kadar en iyi geçen yer Tayland’dı. Eğer Londra İstanbul’dan 4 gömlek ileri ise Bangkok İstanbul’dan bir gömlek geri.
            VIENTIANE, LAOS
            06 Haziran günü Bangkok’tan 0820 uçağı ile hareket ettim ve saat 0930’da Vientiane'ye geldim. Uçak havaalanına indiği zaman çok küçük bir kasabaya geldiğimi gördüm. Havaalanı Japonlar tarafından 5 yıl önce yapılmış. İndiğim zaman rehberim ve arabam karşıladı. Güzel bir jeep. Rehber tamamen gayri ciddi bir havada. Böyle bir yerden ne beklenir ki! Şehir çok küçük. Yürüyerek dolaşılabilir. Ancak internetten öğrendiğim şeyler hırsızlığın olduğunu söylüyordu. 1998 yılında BM katkılarıyla seçim yapılmış ve hükümet kurulmuş. Polis diye bir şey yok. Devlet diye de. Ancak büyük ülkelerin büyükelçilikleri var. Burası mahrumiyet bölgesi olduğu için bizim dışişleri düşünmemiş. Simdi her şeyi Amerikan, İngiliz, Japon ve Çin şirketleri kapatıyor. Acaba bizim iş adamları ve devlet ne zaman gelmeyi düşünüyorlar. Aynı durum Kamboçya'da da vardı. Şehir geliştikten ve ülkelerde yönetimler yerlerine oturduktan sonra onlardan ne bekleyeceğiz. Küçük bir havaalanı binası ile kaç kuruş, neler kazanılabilir. Amerikalılar bağımsızlık anıtı diye basit binanın finansörlüğünü yapmışlar. Bütün Laoslular biliyor. Anıtın üzerine çıkıp bütün şehrin resimlerini çektim. Bazı tapınakları gezdim. Şehirde bizim camilerin çok olması gibi çok fazla sayıda tapınak var. Küçük öğrenciler geleneksel buda dini elbiseleri içerisinde her yerde dolaşıyorlar. Herhalde buldukları tüm parayı tapınaklara yatırıyorlar. Bazı yeni binaların da yapılmaya devam ettiğini gördüm. Resimleri var. 5 saat kadar rehber ile birlikte oldum. İki kafede oturdum. Ücretlerini ben ödedim. Nasıl şirket ama. Şirket falan değil. Tek kişilik iş yeri. Gelen turistler için. Herhalde internette gelecekleri korkutup bazı zenginler yaratmak istiyorlar. Kötü insanların sayısı her yerde belli bir yüzde içerisindedir. Türkiye'de hırsızlık adam öldürme yok mu? Yüzde kaç? Burada da aynı şekilde iyi insanlar da var. Kötüleri de. Bu kadar tapınağın bulunduğu bir yerde fazla kötülük aramaya gerek yokmuş. Rehberimi erken gönderdim. Bana bir arkadaş bul dedim. Buldu. Ancak bulduğu arkadaş para vereceğim dememe rağmen pek oralı olmadı. Herhalde paraya ihtiyaçları yok. Çalışmayıp, parayı bile tepen ancak yokluk içinde yüzen insanlar var. Ancak çalışanlar da var. Kazanacakları üç kuruş ile ailesini geçindiren insanlar. Genel olarak ülkelerdeki kötü manzaraları çekmemeye çalıştım. Ancak çok belirgin olanları çektim. Televizyon yayınları çoğunlukla İngilizce ve Tayland yayınları. CNN, BBC gibi kanallar her yerde var. Bir kafede oturdum ve kola içtim.
              Rehberimi gönderdim. Vietnam için vize problemi vardı. Planlamada hafta sonuna geldiğini dikkate almadık. Bugün pazar her yer kapalı. Vietnam büyükelçiliği çalışmıyormuş. Bu nedenle 35 dolar tutan bir Hanoi konuşmasıyla yarın sabah olan bileti öğleden sonraki 1740 uçağına erteledim. Biraz rahatlamış olarak otelden üzerimde hiçbir şey bırakmayarak, az miktar para, pasaport ve fotoğraf makinesi alarak gezmeye yalnız başıma çıktım. Kalbim güm güm atıyordu. Ancak gezdikçe normal hale geldim. Çünkü insanlar, çocuklar ve aileler yaşıyordu. Mekong nehri sahiline çıktım. Sahilde kafeler vardı. Sailing boatlardan birine girdim. İngilizce bilene rastlayamadım. Ancak birisinde bir İngiliz ile karşılaştım. Çok sevindim. Batılıları görünce çok kızıyorum. Ancak bu kızma onlar var da neden biz yokuz diye. Yoksa anlaşacak birini bulmak çok güzel bir şey. Hem bir İngiliz’i görünce bu kadar sevineceğimi hayal bile edemezdim. Kültürümüz ne kadar da batı ile iç içe geçmiş. Yaklaşık bir saat kadar onunla sohbet ettim. Çok güldük. 59 yaşında burada çalışan biri. Eşinden ayrılmış, iki oğlu varmış. Ancak büyük oldukları için onu bağlayan hiçbir şey yokmuş. Hayatını yaşamaya çalışıyor. İngiliz çok neşeli ve arkadaş canlısı biri, insanlarla çok rahat ilişki kurabiliyor. Hemen yan taraftaki masalardan birinde oturan iki kızın yanına gitti. Hep beraber oturmaya başladık. Fotoğrafları var. Zaman ilerledikçe İngiliz sarhoş oldu. Yanımızdan ayrıldı. Hesabın bir kısmını bana verdikten sonra ayrıldı. Toplam hesap 159000 kip. Yani yirmi dolar. İngiliz bunun 60000 kipini bana verdi. Üzerini ben tamamladım. Bu yemeği böyle bir yerde dört kişilik bu fiyata yine de ucuz. Bu turist fiyatıymış. Aslında onda biri!!! Turist gelir mi? Tanıştığım kızlar beni motorla otele bıraktılar. Ertesi gün Saat 9'da rehberim arabayla geldi. Vietnam büyükelçiliğine gidip 55 dolar karşılığı vizemizi aldık. Sonra rehberimi parasını ödeyerek serbest bıraktım. 60 dolar. Laos bana pahalıya patladı. Küçük yer ama pahalı!! Kızların yanında İngilizce bilen bir de genç geldi. Çok iyi oldu. En azından anlaşmaya başladık. Gündüz boyunca beraber olduk. Bu insanların isimlerini akılda tutmak çok zor. Sadece benim ikinci eşim olabileceğini söyleyen Noy'u aklımda tutabildim. Fotoğrafları var. Beni havaalanına da motorbike'larla bıraktılar. Arkadaş bulmak çok güzel bir şey. Eğer daha önce bulmuş olsaydım, rehbere vereceğim parayı onlara verdiğimde mükemmel bir gezi yapar, krallar gibi yaşardım. İnsanlar çok cana yakın ve samimi. Ancak parasızlık kötü. Dileğim kimse parasız ve imkansız kalmasın. İnsanlar her şeyi yapar. Maalesef her yerde batılılar var. Ancak Türk’e rastlamadım. Nasıl büyümeyi düşünüyorlar? Her yer kapıldıktan sonra mı? İnsanları çok rahat ve hür. Bu buda inancında ne varsa kızlar çok rahat. İnsanlar tapınağa gidip ibadet ediyorlar ama çok rahatlar. Herhalde sonraki hayatlarında daha mükemmel olmak istiyorlar.!!! 07 Haziran günü 1740 uçağı 1715'de hareket etti.!!! Bir saatlik bir yolculuktan sonra saat 1815’de Hanoi’ya vardım.
            HANOI, VİETNAM
           
Hanio’da çok fazla yeni inşa edilen bina var. Yollarda çevrede her yerde inşaat, akşam 10.00’da yollarda görev yapan, yerleri süpüren temizlikçiler. Ancak motorsiklet kargaşasını nasıl çözecekler? Burası başkent. Ona göre daha çok yatırım alıyor herhalde. Ho Chi Minh yaklaşık altı milyon nüfusu vardı. Ancak böyle bir inşaat kampanyası yoktu. Vietnam’ın kuzeyi ve güneyi iki benzer farklı dünya. Ama Fortuna Hall’in sanki çoğunluğu Çin’li işadamları idi. Türk yok! Çünkü burada Hindli ve batılılar hemen belli oluyor. Tipler farklı! Dün akşam polis neredeyse trafiğe söz geçiremiyor. Polis devleti mi? Devletsizlik mi? İnsanlar korkusuz, aynı zamanda motosiklet cambazı. Asılarak binebiliyorlar, binerken bacak bacak üstüne atanlar!
HÜRRİYETE DOĞRU
Heeey !..
Ne duruyorsun be !.. At kendini denize !
Geride bekleyenin varmış, aldırma !
Görmüyor musun, her yanda hürriyet !..
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;

Git, gidebildiğin yere !.. (Orhan Veli Kanık)

            Taksilerde telsiz, klasik müzik otelden havaalanına giderken. Ne güzel.

            4 milyonluk Singapur’da Büyükelçi var, Kamboçya ve Laos’u bilen yok. Yokluk bölgesi ya! Bunu düşündükçe kalbim sıkıştı.

            HONG KONG, ÇİN
           
08 Haziran günü saat 1105’te Hanoi’dan hareketle 1 saat 50 dakikalık bir uçuştan sonra mffh 1355’te Hong Kong’a indim. Havaalanında servisi düzenleyen şirketin masasına gittim. Parasını daha önce ödemiştim. Otobüsle otelin önüne bıraktılar. Otele girdim. Otel yeni bir otel değil ancak fena değil, yoldan geçerken çok yüksek binalar ve yeşillikler gördüm. Şehrin nüfusu 6 milyon. 1841’den 97’ye kadar İngiliz sömürgesi. 97’den sonra Çin tarafından vali atanıyor. Ancak ağırlık İngiliz kanunları geçerli. Sistemde hiçbir değişiklik yok. Şehri birazcık gördükten sonra diyebilirim ki şehircilik açısından bir rüya şehir. %80 milli park, geri kalan binalar. Şehrin Sirkeci’si gibi olan bölgeye gittim. Gezdim, fiyatların Türkiye’den ucuz olması lazım. Ancak maalesef baktığım yerler Türkiye’den pahalı. Cep telefonu Türkiye’den, fotoğraf makinesi Singapur’dan daha pahalı. Herhangi bir şey almadım. İstanbul dönercisine rastladım. Küçük bir yer. Orada oturdum. 10 gündür özlediğim yemek tadını aldım. Çorba ve dönerle karnımı doyurdum ve büyük bardakla çay içtim. 10 günlük çayı içmişimdir. Ancak bir küçük çay 5, büyük 10 HKD. Çok para verdim. Deniz tarafına doğru gezdim. Akşam vakti Hong Kong Adası Kowloon’dan çok güzel görünüyor. 3 ana bölge. 1 Hong Kong Adası 1
Kowloon Yarımadası ve havaalanının bulunduğu ada. Birbirlerine yollarla bağlı. Hong Kong ile Kowloon arası 4 araçlar için 4 de trenler için tüp geçide sahip. Deniz üstünde hiç köprü yok. Mükemmel bir şehir. Trenler,  taksiler, yollar… Neyse yarım günde gece 12.30’a kadar bu kadar olur deyip bugünü kapatayım.
            SHANGAI, ÇİN
           
9 Haziran günü sabah 0820’de Hong Kong’dan hareketle ikibuçuk saatlik yolculuktan sonra saat 1050’de Şanghay’a vardım. Çinliler şehirleri silip yeni baştan yapıyorlar. Şanghay’ın İstanbul’dan ileri olduğu söylenebilir. Türkiye’de
bu kadar bina inşası mümkün değil. Şehrin bir kısım yerleri İstanbul gibi. Ancak bazı yerleri Hong Kong’a benziyor. Bugün hediyelik eşya çarşısını, TV kulesini (350 metreye çıktım 100Yüen’e), tarihi, restore edilmiş bir bölgeyi (1930-40’lar??) gezdim. Sokaklarda dolaştım. Kuzeye çıkınca, güneydeki insanın sıcaklığını bulamadım. Otelin odasında bulunan minibar için önce depozit ödeniyor. Ben ödemedim. Nakit istiyorlar. Kredi kartı ile ödeyeyim diyorum kabul etmiyorlar. Saat akşam 10.30’da döndüm. Çok yorgun ve uykusuzum. İyi geceler. Şanghay’da bana rehberlik eden Tara’ya teşekkürler. Benden hiçbir şey ekstra almadı. Ancak Shanghai bize göre de çok pahalı bir şehir. Hong Kong gibi. Yüen fiyatları aynı ama insanlar nasıl yaşıyor? 100$ alan birinin burada yaşaması mümkün değil.
           
Akşam çok yorgundum. 10.30’da yattım. Sabah 08.30’da uyandım. 09.30’da kalktım. Giyindim ve dışarı çıktım. 2 saat kadar dışarıda dolaştım. İstanbul’dan farkı yok. Seçtiğim otel çok merkezi imiş. Otele dönünce internete baktım. Jenny’nin mesajını
gördüm. Niye aramadığımı soruyordu. Aradım, öğlen 13.45’te bir bölgede Mc Donalds’da buluştuk. 15.30’da ayrıldık. O işyerine ben havaalanına gittik. Uçak 10 Haziran günü saat 17.40 diyordu. Ancak 18.00’de dediler. Saat 18.30’da kalktı ve 20.30’da Xian’da havaalanına vardım
            XIAN, ÇİN
            Çıkışta Meryem’in teyzesi, eniştesi ve yanlarında İy (E) adında bir komşularının kızı karşıladı. E İngilizce bildiği için gelmiş. Havaalanından otele geliş 1 saatten fazla sürdü. Arabayla beni alıp getirmeleri çok güzel bir şey. Bir saat uzak. Sonra ayrıldılar. Ertesi gün yani 11 Haziran günü sabah 09.10’da Meryem’in babası ve annesi geldiler. Beraberce onların evlerine gittik. Çangşın amca (Meryem’in babası) “Turki yok” dedi ve önüme en az 8-10 çeşit şey getirdi. Hepsinden yemek zorunda kaldım. Ve mide fesadına uğradım. Otururken E ve annesi ile Meryem’in ablası geldiler. Biraz oturduk. Bu arada Amcanın iki hacı arkadaşı da geldi. Hepsi Müslüman ama Türkiye’deki çoğunluk gibi. Sonra E ve Meryem’in annesi ile birlikte gezmeye çıktık. Müslüman mahallelerine gittik.
            Ulucami’ye gittik. Merkezde surun
içindeki Bell and Drum Tower’ın bulunduğu bölgeyi gezdik. Ben orada onlardan ayrılıp taksi ile otele geldim. Saat öğleden sonra 3.30 idi. Hem mide kötü hem hastayım. Yattım ve uyuyakaldım. 5.30’da uyandım, 6’da kalktım ve dışarıda gezmeye çıktım. Yorulunca bir kafeye girip oturdum, patates kızartması ve kahve söyledim. Li Jing’i (Meryem’in halasının gelini) aradım. Yarım saat sonra eşi (hala oğlu) ile birlikte geldiler. Biraz sohbet ettikten sonra gezmeye çıktık. Akşamki gezi fotoğrafları var. Otele 12’ye doğru geldim. Dün akşam otelde tanıştığım 2 Türk işadamı ile sohbet ettik ve uyudum. Sabah 8.30’da hazır olmam gerekiyor.
           
12 Haziran, saat 8.30’da hazır oldum. Taksi ile Li Jing ve Li Pey (Üniversitede turizm okuyor, akraba) geldiler. Doğrudan Terra Kotta’ya gittik.
Dönüş 13.30 da oldu. Uzakmış. Bir restoranda yemek yedik. Daha sonra Shaanxi History Museum’a gittik. Çıktıktan sonra caddelerde araba ile dolaştık. Sonra Li Jinglerin evine gittik. Eşi de oradaydı. Oturduk, sohbet ettik. Kendime yumurta yaptım. Şokella (Türk Malı, onlarda vardı) yedim. Sonra kalkıp Türk işadamlarının odasını aradım. 09.45’te geldiler.1 and 1 Disko’ya gittik. Çinli çok zengin var. Saat 01.15’de otele döndük. Ben otelden saat 08.30’da check out yaptım.
           
13 Haziran günü Saat 09.00’da Li Jing ve Li Pey geldiler. Taksici 09.30’da geldi. Stone (Taş Tablet ormanı) Steles Museum’a gittik. Çıktıktan sonra Li Jing’in annesinin evine gittik. Patates yemeği, zeytin, Türk Çayı güzel bir mönü idi. Ayrıca Çin mutfağı da vardı. Bol bol çay içtim, çok güzeldi. Saat 4’te çıkıp 5’te havaalanına vardık. Li Jing
, eşi ve Li Pey taksi ile ayrıldılar. Taksici bu gün 3+2=5 saat benimle idi.
           
14.40’da uçak kalktı.
            Değerlendirme : Pek bizden farkları yok. Yalnızca paraları az. 1200 Yüen Li Jing ve eşi alıyorlar. İlkokul öğretmenleri. Taksi çok ucuz. 5 Yüen ile açılıp 1.6/mil’de bir atıyor. 8 Yüen=1 USD=1.5 TL. Taksi ile şehrin yarısını 1.5 liraya gidebiliyorsun. Otobüs daha da ucuz. Hediyelik eşyalar ise Türkiye’de daha ucuzdur. Ne alırsan 1 liraya olan şeyler burada daha pahalı. TL’ye vurunca. Sadece almış olmak için birkaç şey aldım. Az da pazarlık yapmadım. 5-10 yıl içinde bizi çok geçerler. 1997’de karne ile yiyecek alırlarken şimdiki durumları fotoğraflarda var.
             BEIJING, ÇİN
           
13 Haziran günü Xian’dan saat 1940’ta hareket ederek akşam saat 2120’de Pekin’e vardım. Ahmet Bey beni karşıladı ve evine götürdü. Hanımefendi ve çocuklarla tanıştık. Saat 10.30’dan gece 2’ye kadar sohbet ettik. Sonra beni otele götürdü. Ertesi sabah 10.30’da aldı. Badaling Side’a
Çin Seddi’ne gittik. 1 saat kadar tırmandım, yoruldum. Geri döndüm. Saat 3 civarı tekrar Pekin’deyim. İstanbul restorana gittik. Ben bir şeyler yedim. Ahmet Bey ayrıldı. Rahatsızdı. Otele gittim. Akşam tekrar İstanbul restorana gittim. Öğleden kalan yemeğimi yedim. Xian’da tanışmış olduğum iki Türk işadamı ile bu sefer Pekin’de tekrar görüştük. Onları restorana çağırdım. Bilmiyorlarmış. İki köfte yediler. Kısa bir film var. Gece 2’de otele döndüm. Sabah 09.30’da çıktım. Tianenmen meydanı. Mao Mozolesi, Yasak şehir, park gezdim. Saat 5’de otele döndüm. Tekrar İstanbul restorana gittim. Kendi mutfağımızı bulmak güzel. Burada sindirim sistemim düzeldi. Xian’da berbattım. Akşam 12’de yattım. 06.15’te kalktım ve havaalanına gittim. 123 Yüen (15 dolar) tuttu. Yaklaşık 25 km. pahalı değil. 16 Haziran günü Pekin’den 0930’da hareketle 2 saat 15 dakika sürecek bir yolculukla Moğolistan’a uçuyorum.
           ULANBATUR, MOĞOLİSTAN
           16 Haziran 2004
          
Bugün saat yerel saatte 12.45’de Ulanbatur’a indim. Havaalanından çıkışta araç, şoför ve rehberim karşıladı. Doğruca büyükelçiliğe gittim. Burak beyle görüştüm. Pekin’de Ahmet Beyin söylediği anahtar meselesini sordum. Doğruladı ancak anahtarların TICA’da olduğunu söyledi. TICA’ya gittik. Oradaki görüşmeden sonra Bilge Kağan ve Tonyukuk’un anahtarlarını aldım. Bugün Çarşamba. Cuma günü dönüşte teslim edeceğim. Bekçi varsa bekçilere. Bugüne kadar TICA 2 milyon dolar harcamış. Ancak yapacak çok iş var. Halbuki bu yöreler önemli. 95’te Demirel yol sözü vermiş. Hala yapılamamış. Kaç paraya mal olur acaba? Şirkete gittik, paramızı ödedik. Kredi kartıyla. Dün maaşlar yatmıştı, internetten banka havalelerini yaptım. Daha sonra yemeğimizi yedik tadı farklı değil. Dalyan köfte, çok güzel, derhal yola çıktık.
           
Yolda dağlar, tepeler, düzlüklerden geçtik. 240 km yol gittik. Saat 11.15’ de daha güneş batmamıştı. Gece karanlığında şoför yolu buluyordu. Kamp yerine vardık. Benden başka kimse yoktu. Eğer ucuz olsa Türkiye’den çok insan gelir çok değişik. 3 gün rahat kalınabilir ailece. Güvenlik derdi yok. Dağın başı, yol yok, iz yok. Gece yıldızlar o kadar tatlı ki durup seyrettim. Yolda, insanların meydanda buldukları yere hayvanlar gibi çiş yaptıklarını gördüm. Göçebe hayatı devam. Çok sayıda hayvan sürüleri var. Bazı kelimelerin aynı olduğunu öğrendim. Tabak, dil (hil), bel, çay gibi. Ne de olsa buradan geldik!!! Uyku vakti artık yatalım.
            
Bugün 17 Haziran 2004. sabah 8’de kalktık. 6’da güneş doğuyor. Kahvaltı yaptık. Kampta elektrik olmadığı için bataryaları şarj edemedik. Sabahleyin kahvaltıdan sonra Nur gölünü geçtik Erdenezu Manastırına gittik. Orhun Vadisinde. Vadinin girişinde 3 dilde (biri Türkçe) “Orhun Vadisi” yazıyor. Burası fakir ve normal bir Buda Tapınağı. Küçük çocuklar kımız (ayrıg) içiyorlar ve hep bir ağızdan bir şeyler okuyorlar. Ziyarete gelen insanlar bir takım ibadetlerini yapıp ayrılıyorlar. Çevresi kale duvarları gibi içerisi çok fakir
ve geri. Eğer restorasyona yardımcı olunabilirse herhalde tüm Moğolların kalbi kazanılır. Onların çok önem verdikleri çok eski bir tapınak. Mançu stili bazı binalar da var. Mançular komple yok etmiş eskisini mevcutlar yeniden yapılmış. Bazı fotoğraflar çektim. Oradan Bilge Kağan yazıtına gittik. Bekçide anahtar varmış. İçeri girdik. Fotoğraflar var. Bütün çalışmalar durmuş. Yol yapılmasını bekliyorlar. Kazıların başlamadığı yerde Kültigin anıtı var. Herhangi bir yazı veya işaret yok. Ne gariban! Yol yok! Çalışma yok!

            Oradan Uygurların başkenti Karabalsagun’a gittik. Hiçbir çalışma yok. Kale kalıntıları çok belli. Vadinin ortasında bir kale. İçler acısı. Yine yol yok. Yolda yak gördüm. Çok miktarda at sürüleri, koyun sürüleri, büyükbaş hayvanlar (Öküz, inek grubuna mal deniyormuş, bizim köylerdeki gibi) Orhun Irmağından geçtik. Dağlar arasında çok büyük bir vadi. Karabalsagun tek yükselti. Her yer yemyeşil. Ağaç yok. Ötüken ormanlarından eser kalmamış. Karabalsagun’dan Horhorin’e gittik. Eski adı Karakurum. Cengiz Han’ın başkenti. Büyük vadinin doğu tarafında dağların eteklerine kurulmuş. Aslında dağ değil yüksek tepeler dense yeridir. Sokaklarda gezdim. Daha sonra 15-20 dakika uzaktaki kampımıza döndük. Saat 8’de. Şimdi 08.30 yemeğimizi yiyeceğiz.

            Bugün 18 Haziran, sabah 7.00’de kalktık. 8.10’da Ulanbatur’a hareket ettik. Öğleden sonra 16.00’da şehre vardık. Direk Milli Müzeye gittik ve Kültigin’i ve diğer kazılarda çıkanları gördüm. Resimleri var. Saat 5’te Büyükelçiliğe uğradım. Sonra TİCA’dan Refik Beyin yanına. Anahtarları teslim ettim. Bir halk oyunu gösterisine 05.50’de vardık. 6’da başladı. 7’de bitti. Daha sonra otele gidip eşyaları bıraktım.

            Refik Beyi aşağı inince aradım. 8 civarında buluştuk. Çarşıda gezdik. Her şey çok pahalı. Domates 3 TL. Ancak halkı çok fakir. Oradan bir kafeye gidip oturduk. Ben çay içtim. Her zamanki gibi. Oradan Tornado Disko’ya gittik. Çıktık başka bir Disko’ya gittik. Sonuncusu daha çok gençlerin geldiği bir yerdi. Sonradan öğrendim şehre yakın ya da uzak caddelerde yaşayan insanlar buralara geliyor. Yok pahasına 10-15 $ gibi paralara yatacak yer arıyorlar. Fakirlik çok fazla. 19 Haziran günü gece 3.15’te yattım. 5’de kalkıp 5.30’da lobide oldum. 6.00’da havaalanındaydım. Gün boyu yolda olacağım. Ulanbatur’dan 2 saat 5 dakikalık yolculukla Pekin’e, oradan 3 saat 45 dakikalık yolculukla Urumçi’ye, oradan da 1 saat 45 dakikalık yolculukla akşam saat 2120’de Kaşgar’a varacağım.

            KAŞGAR, ÇİN
            19 Haziran 2004
           
Akşam Kaşgar’a vardım. Uygur rehberim ve Çinli şoförüm karşıladı. Otele getirdiler. Ertesi gün yani 20 Haziran Pazar günü. (Hayvan pazarı ve diğer Pazar) gezdik, Kızıl Derya (Küçük Irmak), Iydgah Mescidi, El sanatları yeri, Yusuf Has Hacip Türbesi, Abak Hoca Türbesi ve Mescidi, Mezarlık gezdik. Yerli bir ailede çay içip sohbet ettik. Çoğunluk İngilizce. Çünkü Uygurlarla anlaşmak zor. İngilizce daha kolay. Otele döndüm. Ertesi gün yani 21 Haziran günü, Karakuri gölüne gittik. Dağlar, yollar çok güzel. Yol kenarlarında Kırgızlar yaşıyor. Çok gariban insanlar. İlginç olarak yak gördüm. Moğolistan’dakiler daha derli toplu, kilolu idi. Bunlar sıska, zayıflar inek gibi. Dönüşte Opal’e uğradık. Çarşının fotoğrafları var. Kaşgarlı Mahmut’un türbesine gittik. Yanında mezarlık var. Opal’i tepeden görüyor. Akşam otele döndük. Gece diskoları dolaştık. Uygur ve Çinli işyerlerinin kalite farkını gördük. Uygur rehberimde iş ciddiyeti pek yoktu. Çinli şoför ise tam tersi son derece ciddi işini yapıyordu. Ertesi sabah yani 22 Haziran günü saat 1050’de Kaşgar’dan hareketle 1 saat 35 dakika sonra Urumçi’ye geçtim.
            URUMÇİ, ÇİN
            22 Haziran 2004
           
19 Haziranda Urumçi’ye uğradığımda şehirde 1 saat gezdim. Oteli buldum. Rezervasyonu onayladık. Araba, şoför ve rehber ayarladık. Ayın 22 sinde gelince bayan Çinli şoför, rehberim yine Uygur. Havaalanında araba karşıladı. Otele geldik. Rehber gelince Tiyanşan dağlarına yola çıktık. Urumçi’nin ne zaman kurulduğunu bilmeyen, Turfan hakkında hiçbir şey bilmeyen, ancak rehberlik belgesi olan ve İngilizce’yi biraz bilen bir Uygur. Neyse akşama kadar beraberdim. Akşam parasını vermedim. 100 Yüen. Ertesi gün okuyup gel bana Turfan’ı anlat dedim. Ancak ertesi gün rehberim yoktu. Kaçtı. Bizim millet niye böyle iş bilmez olurlar diye düşündüm. Mutlaka iyileri de vardır. Ancak çoğunluk böyle gibi geldi bana. Pazarlıkta da Çinliden farksızlar. Neyse, Tiyanşan dağlarına gittik. Tiyanşan gölünde motorla seyahat yaptık.
           
Burada da yollarda Kazaklar var. Dönüşte bir Kazak çadırında yemek yedik. Çay, bisküvi ve 10 çubuk şiş. 50 Yuan. 4 kat pahalı. Tek tük Türkçe de konuştuk. Yolda 18.30’da bir çocuğa çarptık. Yollar çok kötü. Asfalt iyi. Ancak insanlar yollarda oturuyor. Trafik polisi geldi. Tutanak tuttu. Çocuğu hastaneye götürdüler. Bir gariban Çinli ailenin çocuğu. 5 yaşında, annesi, babası gelmeden hastaneye gitmemek için direndi. Sonunda 5 dakika sonra bir araba ile hastaneye götürdüler. Polis arabayı kullandı hastaneye gittik. Herhalde şoföre 400 Yuen’e mal oldu. Üzerimde 300 Yuan vardı. Bugünkü araba parası onu ve ilave olarak 100 Yuen verdim. Hastanedeki işlerini bitirdi. 19.50’de hastaneden ayrıldık ve Urumçi’ye doğru yola çıktık. Şehre girince yoldan şoförün eşi bindi ve 100 Yuen bana verdiler. Ben yarın da beraberiz gerek yok dedim. Ancak bugünün işi bugün, yarınki yarın dediler. (Kötü tercümanım söyledi) Otele geldik ve ayrıldık. 23 Haziran günü sabah geç uyandım. Dünkü Çinli bayan şoförün eşi geldi. Başka araba ile. Tercümanım yoktu. Olsun. Varlığı fark etmiyordu. Turfan bölgesine gittik. Önce Turfan’a 45 km. uzakta bulunan Bezeklik’teki 1000 Buda mağaralarına gittik. Daha sonra Gaoçang tarihi şehrinin harabelerini (Türkçe’de İdikut) gezdik. Yolda giderken Uygurların evlerinin fotoğraflarını çektik. Turfan asma bahçesini, Karez suyunu (tarihte Çinliler Tiyanşan dağlarından su getirmiş Turfan’da kullanmışlar. Demek ki toprak şehrin kalıntıları ve su kanalı eskiden de böyle olduğunu gösteriyor.) Çıkışta Urumçi’ye döndük. Şoför milletinin devamlı yollarda bulunmalarından kaynaklanan karakterini biliyoruz. Ama Kaşgar’da olduğu gibi, Çinli şoförler nasıl oluyor da bu kadar ciddi iş disiplinine sahip oluyorlar, hayran kaldım.
            URUMÇİ, ÇİN
            24 HAZİRAN 2004
           
Sabah 08.00’de uyandım (Beijing time) 8.20’de kalktım. Tıraş olup giyindim ve kahvaltıya indim. Sabah sabah Çinlilerin o yemekleri nasıl yiyebildiklerini anlamıyorum. Ben biraz bal, boğaça, ve haşlanmış yumurta ile şekersiz ılık süt aldım. Sonra fotoğraf makinesi ile dışarı çıktım. Yağmur altında 40 dakika yürüdüm. Urumçi yağmurunda ıslandım. Bu da bir değişiklik. Şemsiyem var. param var. Yollarda yürümek istedim. Evler/apartmanlar çok eski. Bir deprem olsa sanki Gölcük gibi olacak. 5 Şehir gezisinden sonra Çinlilerden genellikle memnun oldum. Bazı sonradan görmeler var. Herhalde normal gözükmeli.
           
Daha yeni yeni kapitalist sistem oturuyor. Kitaplardan okuduklarımı teyit etmiş oldum. Çin büyümeyi hak ediyor. 40 yıl içinde Amerika’ya yakın olacağa benziyor. Paraya bulaşmış Çinliler Yahudilerden farksız. Diğerleri çok iyi. Meryem Hanım’ın hala kızı, Li Jing, çok iyi ve samimi. Kayınpederi ve validesi de. Burada en yakın akraba bile onların yaptıkları fedakarlıkları yapmakta zorlanır. Akrabalara ne kadar teşekkür etsem yeridir. Ama diğer insanlar için aynı şeyi söylemek zor. Çinlilerde de Güney Doğu Asya gibi Konfüçyüs, Tao ve özellikle dinsizlik yaygın. Bu da cinsellikte sanki bir sınır tanımıyor. Bu konuda çok daha cesurlar. Ama normal olan çoğunluğu kabul etmek gerek. Her yerde işlerini yapan kızlar, utangaç olan tipler mevcut. Eski Çin’den eser yok. Dün gitmiş olduğum Turfan’da çalışan Uygurlar 500 Yüen alıyorlarmış. Çinliler 1000 Yüen alıyorlar. Sebebi de Uygurların Çin’ce bilmemeleri.
            24 Haziran 2004 15.55 (Beijing Time)
           
Urumçi havaalanı uluslararası çıkış, köylerarası minibüs terminali gibi. Yerler pis, düzen temizlik diye bir şey yok. Hele Azerbaycan Havayollarının ve yolcuların hali! Çok miktarda alışveriş, dağdan inme davranışlar, medeniyetten uzak insanlar! Acayip konuşmalar ve davranışlar! Bugüne kadar böyle bir şey görmedim. Havaalanında otobüs ile uçağın yanına gittik. Otobüsten inişte Aman Allahım! Bütün Azeriler merdivene koşuşturdu, itişmece o biçim! Allahtan boyum büyük ezilmedim. Ama sıkı tutmasam elimdeki bilgisayarı ve çikolataları kaybedeceğim. Uçakta da acayip, kimin nereye oturduğu belli değil. Bilet üzerinde yazması gereken bilgiler yok. Sadece 19 E anlaşılıyor. Vietnam, Laos, Kamboçya insanları daha fakir ve gariban. Ama böyle bir şey yok. Oralarda sadece sonradan görme Çinli işadamları vardı. O da birkaç tane.
            Şimdi 15.55 (Beijing Time). Neyse bu sinirle bu kadar. Ama can emniyetimden emin değilim. Diğer bir şey Azerbaycan’da güzel kız kıtlığımı var ki bu kadar tipsiz hostesi bu uçakta toplamışlar. Vietnam geleneksel kıyafetleri ile, Çin de aynı, o kadar güzel parlak elbiseli ve güzel kızları koyarken bu bir rezalet. Gazete dağıtımı da aynı çok az gazete, birileri şikayet edeceğini söylüyor. Neyi, kime şikayet edecekler? 625 dolara yapılan en kötü ve en pahalı yolculuk.
           
Saat 16.20 uçakta bekliyorum. Yeni yolcular 5 dakika önce giriş yaptı. Yerlerine oturduktan sonra değiştirenler, Ekonomiden alınıp Business Class tarafına geçirilenler, hala telefonlarını kapatmayanlar…. Saat 16.27 cep telefonu çalıyor!! Bir çanta gösterildi. Sahibi arandı. Çanta üzerinde bir kayıt yok. Neyse sahibi bulundu. Kulaklıklar açık poşet içerisinde dağıtıldı. İyi ki senet imzalatmadılar:)
           
Saat 16.39, bekliyoruz. 16.51 uçağın kapısı kapatıldı. 18.40 akşam yemeği yiyoruz. Bağıra bağıra konuşanlar. En dağdan inme Çinlilerle en dağdan inme Azeriler beraber bu uçakta toplanmış. 19.15 uçakta sinek var, karasinek ha ha! Bu kadar …… ve …nın herhalde sineği olur.
  
         Bakü’ye yerel saatle 1750’de vardık. 24 Haziran akşamı burada kaldım. Azeri arkadaşlarla buluşup hasret giderdikten, Hazar Denizi’nin kenarında bir iskele üzerinde doğudan Türk Asya’dan güneşin doğuşunu çay eşliğinde seyrettikten sonra, 25 Haziran sabahı güzel İstanbul’a avdet ettim.



STRATEJİ VE JEOPOLİTİK

            STRATEJİ

            Bir stratejik analiz, derinlemesine, disiplinler arası bir yaklaşımla ve bir sistematik bütünlük içinde yapılmalıdır. Bu stratejik analizde tarihi akış ve sürecin dikkate alınması, stratejik kaymaları gözlemleyebilmek ve mantıksal bilgiye ulaşmak için zorunludur.

Çin’e ilişkin yapılan incelemelerin tamamına yakınının ya tarih ya da ekonomi ağırlıklı yapıldığı görülmektedir. Gerçekten Çin’le ilgili, tarih referansının bulunduğu kültürel ve demografik ağırlıklı tahliller çok az yapılmıştır. Nitekim, ABD’de bile Erkin Ekrem’e göre “ABD’deki Çin’in siyasi, ekonomik ve askeri konumunu iyi bilen ve hükümeti etkileyebilen yeni nesil Çin uzmanlarının, Çin’in kültürel ve toplumsal boyutu ile yakından ilgilenmediği görülmektedir.”[1] Tüm milli güç unsurlarının kullanıldığı bir yaklaşım ancak stratejik tahlillerde yer alabilir. Davutoğlu’nun ifadesiyle “Tarihi derinliği güçlü kültürlere beşiklik etmiş olan bir bölgede hemen hemen hiçbir stratejik mesele tarih referansı olmaksızın sağlıklı bir şekilde değerlendirilemez.”[2]

Bu açıdan, bu incelemede İbn-i Haldun’un devletleri canlıya benzeten yaklaşımı ve Paul Kennedy’nin nispi ekonomik güç değişimlerini inceleyen yaklaşımı birleştirildiği takdirde daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çin’i, tarihini bilmeden, kültürünü anlamadan değerlendirmek zor olacaktır. Diğer dikkate değer bir husus da günümüzde popüler strateji uzmanlarının daha ziyade ABD kaynaklı olmalarıdır. Bu uzmanların geliştirecekleri fikirler de doğal olarak dünya gücünün yaklaşımının içinde bulunduğu psikolojik yapı nedeniyle kendi merkezli olacaktır. Pax Romana ve Nizam-ı Alem yaklaşımları kendini ABD’de de hissettirmektedir. Aynı zamanda yakın bir gelecekte bir rakip çıkmayacağına da inanmaktadırlar.

Stratejik, ekonomik vb. alanlarda yapılan incelemelerde herkesin birleştiği bir husus vardır. O da yükselen bir gücün varlığıdır ve onun da Çin olduğudur. Bu tip durumlarda her zaman yeni yükselen güçler büyük oranda denge bozucudur. Nerede duracağı öngörülemeyen, kontrol edilip edilemeyeceği bilinmeyen güç korku vermektedir. Demografik artış hızının düşürülmesi, kültürel olarak kısmen değiştirilmesi acaba yeterli olacak mıdır?

Kendi olamayan, kendi kendini idare edemeyen, başkasına diyet ödeyen toplumlar, her zaman başkalarının oyuncağı olmaya mahkumdurlar. Büyüyen her güç değil, ama dünyayı teslim alacak her güç örneği kendinden bazı iç dinamiklere sahip olmalıdır. Olmamış insanlar başkalarına benzer, olmuş insanlar başkalarını kendilerine benzetirler. Buradan hareketle, elit tabakanın ve halkın çoğunluğunun sahip olacağı yüksek moral değerler o gücü zirveye taşıyacaktır. Mao’nun ifadesiyle “İnsanların sosyal varlığı düşüncelerini tayin eder. Ve bir öncü sınıfı temsil eden doğru düşünceler, yığınların içine girer girmez, toplumu ve dünyayı değiştiren maddi bir kuvvet olabilirler.[3]

Burada söz konusu olan aynı motivasyonun dünya tarihinde iki defa gerçekleşmeyeceğidir. Farklı toplumlar, farklı coğrafyalar ve farklı anlayışlarla gerçekleşmelidir  ve bu değerler, bir önceki güçten farklı olmalıdır. Yani mevcuda alternatif olan başarılı çözümlemeler kendini kabul ettirmelidir. Her yeni gücün kendine özgü kültürü, müziği, mimarisi, güzellik anlayışı, dünya yaklaşımı bulunacaktır. Aksi takdirde benzersiz olmayacaktır. Benzeri varsa zaten dünya gücü olamayacaktır.

Hıristiyanlık indirildiği topluluk olan Yahudiler arasında ve bölge olan Ortadoğu’da başarısız olmuştu. Gözle görülür bir gelişme gösterdiği yer ise “sürgün” denilebilecek yer Avrupa’ydı. Daha sonra Avrupa dünyanın “kılavuz”  Hıristiyan kıtası oldu ve Hıristiyanlık diğer bölgelere buradan yayıldı.[4] Ancak bu aşama, yani Roma’nın Hıristiyanlığı kabulü zaten Roma’nın çöktüğünün resmi ilanıdır. Devlet yönetimi Hıristiyanlığa bir can simidi gibi sarılmıştı. Hıristiyanlığın kabulü, Roma’nın toplumları kontrol etme ve devletin ömrünü uzatma çözümlemelerinden yalnızca biri idi.

Çin’de böyle bir sürecin işlemesi, Ali A. Mazrui’nin ifadesiyle “Marksizm’in beşiğinde gelişmemiş olarak kalıp, en kalabalık ve en büyük kıta olan Asya’da güç bulabileceği ihtimali”[5] belki de tarihi maddeciliğin yani Hegel felsefesinin son zirvesi olacak ve devamında süratli bir çöküş yaşayacaktır. Tıpkı İbn-i Haldun’un Mukaddime’sinde belirttiği sönmek üzere olan kandilin alevinin birden büyümesi gibi. Bu nedenle, Çin’in mutlaka başka ve benzersiz bir ivmeye, bir anlayışa sahip çıkması gerektiği ve Batıya alternatif bir sistem sunulamazsa ömrünün uzun olacağını söylemenin, tüm ayrıntılarıyla aynı olan bir hareketin çekik gözlülerden doğmasının farklı bir hareket olarak düşünülmesinin hatalı olacağı değerlendirilmektedir. Acaba bugün Çin benzersiz bir kültüre ve yapılanmaya sahip mi? Stratejik bir inceleme konunun tüm yönleriyle ele alınmasını sağlayabilir.

Stratejinin anlamını, kapsamını, ayrıldığı ya da kullanıldığı dalları, stratejiye etki eden güç unsurlarını incelemek, konunun daha iyi anlaşılabilmesini sağlamak için faydalı olacaktır.

Strateji sözcüğünün kökeni, etimolojik açıdan ele alındığında, eski Yunanca’da “generallik sanatı” anlamına gelen strategos sözcüğüne bağlanmaktadır.[6] Ancak bu sözcüğün anlam ve kapsamı, uygulamada çok geniş bir çerçeve içerisinde yer alan faktörler içermektedir. Bu açıdan bakıldığında strateji sözcüğü, bir ulusun yalnızca askeri kuvvetleri ile ilgili bir kavram olmaktan çıkmakta ve söz konusu ulusun politik, ekonomik ve psikolojik kaynaklarını (güç unsurlarını, genel yapabilirlik faktörlerini) ve bu kaynakların oluşturduğu sentezi de içeren bir kavramın ifadesi olmaktadır. Strateji bilimi sayesinde devlet, yaklaşmakta olan tehlikelerin şiddet ve yönlerini, olası etki alanlarını ve tahribatlarını zamanında görmek ve saptamak olanaklarına sahip olabilir. Karşı önlemlerini alabilmek için de olanak ve zamana sahip olur.[7]

            Batı’da yayımlanan ilk ve en ünlü özgün strateji yapıtları Florensalı Machiavelli’nin yazmış olduğu “Savaş Sanatı ve Prens”tir. “Amaca götüren her yol geçerlidir (meşrudur).” Makyavelist görüş olarak bilinen bu değerlendirme, yaklaşık beş yüz yıldır popülerliğini yitirmemiştir.

            XIX. Yüzyılın en önemli strateji yapıtı, bir savaş kuramı olan “Savaş Üzerine”dir. Yazarı bir Prusyalı general Carl Von Clausewitz’dir ve herkes tarafından kullanılan sözü de şudur : “Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır.”[8]

            Sözlükler stratejiyi şöyle tanımlıyor: Bir amaca ulaşmak için izlenmesi gereken ana yol olarak tanımlar. Stratejinin tanımı basit olmakla birlikte karmaşıktır da. Gerek askerler, gerekse de strateji bilimiyle uğraşan bilim adamları, stratejiyi farklı farklı yorumlamaktadır. Tüm bilimlerde olduğu gibi strateji bilimi de teori ve pratik (uygulama) olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur. Teori kısmı strateji prensiplerini, uygulama kısmı ise teknolojik kısmını içerir ve bu prensiplerin nasıl uygulanacağını öğretir. Teori bölümünü anlamak ve öğrenmek, diğer bilimlerde olduğu gibi bir ölçüde  daha kolaydır. Zorluk, uygulama aşamasında ortaya çıkar. Örneğin; prensipleri, her komutan, işletme genel müdürü, gazete genel yayın yönetmeni bilir, ama, tarihe parlak utkuyla (ya da utkularla) geçmiş komutan sayısı çok azdır.[9]

            General Carl Von Clausewitz (1831); strateji, savaşı kazanmak için muharebeleri kullanma sanatıdır.

            Mareşal Moltke (1870); Strateji, bir çare bulmak ve en zor koşullar altında uygulamada bulunabilme sanatıdır.[10]

            Liddell Hart; strateji, siyasal amaçlara ulaşmak için, askeri olanakların dağıtım ve uygulanması sanatıdır.[11]

            General Andre Beaufre (1959); Strateji, siyasi ilkelerle saptanan amaçlar doğrultusunda, en etkin katkıda bulunacak biçimde kuvvet uygulamak sanatıdır.

            Amiral Robert B. Carney; Strateji, amaçlara ulaşılması olunda kaynaklardan en mükemmel bir şekilde yararlanmayı sağlayan bir harekat planıdır.

            Mareşal V.D. Sokolovsky; strateji, kompleks sosyal bir olaydır. Savaşı hazırlamayı savaşın amacının teorisi ile pratiğini kapsar. Devletin en yüksek askeri liderlerinin savaşın hedefine ulaşmak amacı ile askeri kuvvetlerin eşgüdümlü kullanılmasındaki çalışma ve etkenlik alanını oluşturur.[12]

            Amiral Castex; strateji, harekatın yüksek komuta kademelerinde genel sevk ve idaresine özgü bir sanattır. Muharebeleri hazırlar, en iyi koşullarda idare eder ve büyük sonuçlar almaya gayret eder. Siyaset-strateji-taktik bir bütün oluşturur.

            Urs. Schwarz – Laszlo Hadik; strateji, uluslar arası bir ortamda ulusal hedefleri emniyete almak amacıyla barışta ve savaşta askeri gücü içeren bir şekilde, topyekün ulusal gücün sistematik biçimde geliştirilme ve kullanılmasıdır.

            John Quick; strateji, zafere giden olasılıkları arttırmak, zaferden beklenen olumlu sonuçları çoğaltmak ve yenilgi olasılığını azaltmak hedefine yönelik noktalara azami desteği sağlayabilmek için politik, ekonomik, psikolojik ve askeri kuvvetleri savaşta ve barışta geliştirme ve kullanma sanatı ve bilimidir.

            James King; strateji, hareketler ve kararlar da dahil olmak üzere, çeşitli vasıtaların hedefleri elde etmeğe yöneltildiği bir plandır.[13]

            General Jomini (1779-1869); strateji, savaş sahasındaki tüm olaylardır. [14]

            Edward Mead Earle’ün sözleriyle, “Strateji, fiili, potansiyel ya da salt sanal düşmanlara karşı, yaşamsal çıkarlarını etkili bir şekilde geliştirmek ve güvenceye almak amacıyla silahlı bir ulusun -ya da uluslar koalisyonunun- kuvvetler de dahil kaynaklarını kontrol etme ve kullanma sanatıdır.” [15]

Liddell Hart’a göre “savaştaki amaç, daha iyi bir barışa ulaşmaktır.”[16] Zafer, sadece hızlı bir sonuç alınabilirse ya da uzun süren bir çaba, ekonomik olarak ulusal kaynaklara uygun ayarlanabilirse olanaklıdır. Amaç, araçlara uygun olmalıdır.

Strateji sadece çeşitli araçları birleştirmekle yetinmemeli aynı zamanda gelecekteki barış durumuna zarar vermekten kaçınacak şekilde -kendi güvenliği ve selameti için- bu araçların kullanılmasını da düzenlemelidir.[17]

            “Büyük Strateji” ya da “Yüksek Strateji”, bir devletin benimsediği politikaya uygun olarak saptamış olduğu hedeflere ulaşmada, her tür olanak ve araçları bilimsel yöntemlerle kullanmak sanatı olarak anlaşılmaktadır.[18] Bir bölge ile ilgili olarak “stratejik durum” ya bu bölgenin bazı açılardan sahip olduğu belirli potansiyelleri ya da belirli olay ve olaylar zinciri karşısında arz ettiği önemi ifade eder.[19]

Büyük strateji asla eksiksiz olamaz ve daha çok hükümetin amaç ve araçları sürekli ve akıllı değerlendirmesine, Clausewitz ile Liddell Hart’ın -birçok farklılıklarına karşın- en fazla önem verdikleri iki ayrılmaza, bilgelik ve sağduyuya dayanır.

Büyük strateji, aynı zamanda kaygan bir kavramdır ve normalde devleti savunmanın siyasi, diplomatik, ekonomik ve hatta bazen dini araçlarını kapsar. Ordu, her şey değildir.

Esas vurgu, salt muharebelerin kazanılması üzerine değil, zaferin oturtulacağı geniş siyasi koşullar üzerinedir. Büyük devlet, büyük stratejisinin askeri boyutlarını askeri olmayan diplomasi, teknoloji ve kültürle bütünleştirmelidir.[20]   

            Kendi başına bir sözcük olarak ele alındığında “strateji” soyut bir kavram olarak önümüze çıkar. Bu hali ile ancak belirli bir açıdan genel bir anlam taşır. Buna göre genel bir çerçevede soyut bir şekilde ele alındığında :  -Strateji, belirli faktörler arasında bağlantı kuran yönlendirici bir kavram olur.

Bu faktörleri “karar” ve “sonuç” olarak basitçe ifade edebiliriz. Bir aşama ileride strateji, karar faktörünü “hedef” faktörü ile birleştiren bir kavram olur. Bu birleştirme belirli vasıtaların kullanımıyla mümkün olur.

            Sadece bu açıdan ele alındığında “strateji” genel anlamı ile “karar ve hedef” faktörleri arasında belirli vasıtaların kullanılması suretiyle bağlantı kuruluşunu ifade eder. Bu bağlantı devamlı ve dinamik bir bağlantıdır. Devamlıdır, çünkü, beklentiler devamlı olarak kararlarla ifade edilir ve devamlı olarak belirli amaçlar (hedefler) doğrultusunda vasıtaların sevk, idare ve düzenlenmesi ile bağlantılıdır. Dinamiktir, çünkü devamlı bir karar-vasıta-hedef bağlantıları içinde çok çeşitli değişkenleri göz önüne alır. İleride gerçekleşmesi istenen durumların (amaçların), içinde bulunduğumuz zaman ve mekan üzerinde alınan kararlara belirli vasıtalar yoluyla bağlanışını ifade eden bir kavram olarak “strateji” aşağıdaki gibi şemalandırılabilir.[21]

                                                                 STRATEJİ

           

                            Karar                                                                         Amaç-Hedef

            (İleriye dönük tutum)                                    (ileride gerçekleşmesi istenen durum)

 

            Strateji denilen kavram, karar ile amaç arasında belirlenen yolu işleyen, ona dinamizm kazandıran bir faktör, hatta bu şekli ile devamlı bir süreçtir. O devamlıdır. Tüm kararlar ve amaçların etrafında gerekli manyetik alanı oluşturan faktördür. O bir hareket düşüncesidir. Hareketin kendisidir. Planlı ve bilinçli bir şekilde hareketin düzenlenmesidir.[22]

Strateji, en iyi şekilde araçlar, amaçlar ve irade arasındaki ilişkilerin hesaplanması olarak anlaşılır. Bu sürecin herhangi bir alanda kesintiye uğraması halinde, sonuç kötü strateji değil, stratejinin olmamasıdır.[23]

Churchill’in ifadesiyle: “stratejist, bir ressam gibi, oran ve ilişki arar ve buna sadık kalmalıdır. Anlık bir izlenim zihinde sürekli tasarlanırken, başlangıç ve sonu, bütünü ve her parçayı ifade eden, bütünü kapsayıcı bir görüş olmalıdır.”[24] 

Bir sözcük olarak “strateji”, önüne getirilecek belirli ve sıfat niteliğindeki sözcüklerle anlam kazanır, askeri strateji gibi. Bazen de bizzat bu sözcüğün kendisi sıfat rolünü oynar ve önüne geldiği bir isme anlam kazandırır, stratejik plan gibi. Ancak, öbür sözcüklerin (önüne ya da arkasına eklenen) anlam ve gramer açısından işlevleri ne olursa olsun, bu sözcük birleştirmenin belirli kuralları vardır. Bu birleştirmeler, belirli amaçlara göre yapılır. Bu husus, bizi, belirli birleştirmelerin (tamlamaların) yapılış şekli konusuna götürür.

            Strateji kavramı ile tamlama üretmenin bir şekli ve bir de amaca hizmet edecek yönleri vardır. Şekil yönünden bakacak olursak, çok kabarık sayıda tamlamalar, aralarında bir organik bağ ya da anlam bütünlüğü aranmaksızın sıralanır : Askeri strateji, stratejik plan, strateji dersi, stratejik bütün, jeostrateji vb. yüzlerce tamlama art arda dizilebilir. Ama bunların aralarında bir bağlantının kurulması zordur.

            Bu nedenle strateji edebiyatında en çok kullanılan ve aralarında kademeli bir bağlantının bulunduğu tamlamaları bulup çıkarmak gerekir. Bu açıdan baktığımızda en çok rastlanan ikili tamlama şekilleri şöyle ifade edilebilir.[25]

 

(Bir yapıya referansla kullanılabilecek tamlamalar)

(Belirli temel işlevsel faaliyet alanlarına referansla yapılan tamlamalar)

Ulusal strateji

Topyekün strateji

Genel Strateji

Hareket stratejisi

Taktik düzey

Politik strateji(ler)

Ekonomik strateji (ler)

Sosyo-kültürel strateji(ler)

Askeri strateji (ler)

                                                         

            Stratejinin üç temel unsuru mekan, kuvvet, zamandır. Bu üç temel unsura bağlı olarak stratejinin dayandığı ulusal gücün unsurlarını beş ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar: Ulusal çıkarlar, Ulusal hedefler, Ulusal politika, Ulusal strateji, Ulusal güç’tür.[26]

            Suat Bilge “ulusal çıkarların” tanımlanması gerekliliği üzerinde duruyor; “Bağımsızlık, güvenlik ve dünya politikasında alınacak duruma ait konularda ulusal çıkarların ne olduğu hakkında bir görüş birliğine varmak zorunludur. Bir millet, ulusal çıkar ve amaçlarını tayin etmez, bunları gerçekleştirecek hazırlıkları yapmaz ve tedbirler almazsa dış politika faaliyetleri tesadüflere bağlı kalmaya mahkum olur. Eğer bir millet dış politikasında ve dünya politikasında teşebbüsü elinde tutmak istiyorsa, ulusal çıkarlarının ne olduğunu ve bunun politika ve faaliyet olarak neleri gerektirdiğini bilmesi zorunludur.”[27]

            Podelford ve Lincoln; “Ulusal Çıkar, bir milletin hakları ya da eylemlerinin üzerinde durulduğu, onlarla ilgilenildiği, gelecek zararın en aza indirildiği ya da bu zararlardan kaçınıldığı durumlardan tam yararlanıldığı ve fırsatların kaçırılmadığı ulusal bir sorun olarak düşünülebilir. Bütün devletlerin ulusal çıkarları geniş çapta aynıdır. Bu çıkarlar milletin refahı ve siyasi doktrinleri ile ulusal yaşam tarzı üzerinde toplanmıştır.” demektedir. “Ulusal Çıkar” bu ulusal çıkara yanıt verebilecek bir ulusal hedef bulunmadan önce bilinmez.[28] 

            Amiral A.T. Mahan; “ulusal çıkarları” şöyle tanımlamaktadır. “Ulusal çıkarlar, ulusal politikanın yalnız meşru değil aynı zamanda esas nedenidir. Hükümetin görevleri, ulusal çıkarları gerçekleştirmektir.”[29]

            “Ulusal hedefler”; elde edilmeleri halinde “ulusal çıkarların” gerçekleşmesini sağlayan ya da ulusal güvenlik ve refah sağlayıcı etkiler üreten amaçlardır. “Ulusal hedefler” saptandığı ve anlaşıldığında bir millete; siyasetini geliştirmek amacıyla ekonomik, politik, diplomatik ve askeri sorunlarda/konularda çeşitli girişimlere yön verir.[30]

            Ulusal politika; hükümetler tarafından kabul ve takip edilen genel anlamda, kesin hareket tarzlarıdır. Ulusal politika ulusal hedeflerin elde edilmesiyle ilgili bütün girişimler için düzenleyici ve sınırlayıcı bir rehberdir.

            Ulusal hedeflere ulaşmak amacıyla, hükümetler tarafından saptanan ve uygulanan hareket tarzlarından oluşan ulusal politika, esas itibariyle bir karar ve önlemler bütünüdür.[31]

Ulusal Strateji :

            Ulusal strateji; barışta ve savaşta, ulusal hedefleri ele geçirmek ya da ulusal amaçlara ulaşmak, ulusal politikayı en üst düzeyde gerçekleştirmek için, topyekün ulusal gücün belirli bir süre içinde, bir bütün halinde kullanılması ve geliştirilmesini belirleyen hareket tarzlarıdır.

            Ulusal strateji, esas itibarıyla, hedeflerine ve amaçlarına erişmek üzere, bir milletin güçlerini kullanmada uygulayacağı uzun vadeli plandır. Ulusal strateji; ulusal gücün siyasi, ekonomik, psiko-sosyal askeri unsurlarını kapsar ve bunları kullanır. Coğrafi konumu ve manevi nitelikler gibi öteki ulusal değerlerden de yararlanır.[32]

            Ulusal Güç :

            Bir ulusun kendi ulusal hedeflerine erişmek için kullanmış olduğu maddi ve manevi kaynakların toplam verimliliğidir.

            Ulusal gücün maddesel (alt yapısal) öğelerini, bir yandan o toplumu çevreleyen doğal (coğrafi) koşullar, öte yandan da o toplumun ekonomik ve demografik olanakları oluşturur. Bunlara bir de çeşitli etkenlerin bir bileşimi sayabileceğimiz askeri gücü eklememiz gerekir.[33]

            Ulusal gücün üst yapısal öğelerini, kültürel etkenler, ulusal moral, dış siyaset (diplomasi), propaganda, milliyetçilik (ya da yurtseverlik) oluşturur.[34]

            Buraya kadar stratejiyi, tanımlamaya ve anlamaya, dayandığı unsurları açıklamaya çalıştık. Daha anlamlı bir sonuç elde etmek için strateji tanımını temel unsurlarından mekan faktörü ile ifade etmemiz gerekmektedir. Bu mekan faktörü ile birlikte ifade edince, yani tanımlara maddesel bir vücut giydirince strateji, politika, ekonomi ve kültürler anlam kazanmaktadır.

 

JEOPOLİTİK

Özellikle jeostrateji ve jeopolitikte çok çeşitli tanımlar ve sınıflandırmalar bulunmaktadır. Burada seçilmiş olan bazı tanımlar ve sınıflandırmalar konuya ilişkin bir fikir  vermesi amacıyla belirtilecektir.

                        1-         Jeostrateji:

            Ulusal stratejinin belirlenmesi ve yürütülmesi üzerine coğrafi faktörlerin yapacağı etkileri inceleyen bilimdir.[35] Başka bir ifade ile, jeostrateji, stratejik açıdan coğrafi unsurların incelenmesini ve stratejik sonuçlar çıkarılmasını kapsar. Söz konusu coğrafi unsurlar; ekonomik, sosyal, politik ve fizikidir.[36]

                        2-         Jeopolitik:

           “Jeopolitik uzmanlarca yapılan açıklamaların ortak noktaları incelendiğinde, hepsinde devlet, coğrafya ve politika kavramlarının ağırlık kazandığı saptanmıştır.[37]

            S.İlhan “Jeopolitik, dünya coğrafyasını, coğrafi yapı ve evrensel değerleri inceleyerek, dünya, bölge ve ülke çapında güç ve politik düzeyde hareket tarzı araştırması yapar. Jeopolitik, politika belirlenmesi amacıyla, bir ulusun, uluslar topluluğunu ya da bölgenin jeopolitiğin değişmeyen ve değişen unsurlarını dikkate alarak güç değerlendirmesini yapan, etkisi altında kaldığı o günkü dünya güç merkezlerini, bölgedeki güçleri inceleyen, değerlendiren bir bilimdir.” demektedir.

            Jeopolitik, coğrafyanın, bütün türleri ve verileri ile aktifleşmesidir, aktif olarak değerlendirilmesidir denilebilir. Coğrafi platform üzerinde güç merkezlerini karşılaştırmalı olarak değerlendirir, politik düzeyde güç ve hedef ilişkisi kurar. Bir devletin güvenlik ve gelişme politikasının bilimsel zeminini oluşturur.[38]

            Muzaffer Özdağ da “Jeopolitik Konusunda Notlar” analizinde jeopolitiği şöyle tanımlıyor ; “Jeopolitik, devletler arası ilişkiler, devlet kudretinin oluşumunda, kuvvet dengelerinin şekillenmesinde, kapsamına aldığı kaynaklarla ülkelerin, hayat ve faaliyet alanlarının; doğanın ve coğrafi konumun etkisini belirleyen, vurgulayan, bilgi disiplinidir.”[39]

            Jeopolitik deyimini ilk kez kullanan İsveçli coğrafyacı Kjellen (1864-1922) olmuştur. 1916 yılında yazdığı “Bir Hayat Şekli Olarak Devlet” adlı eserinde, yaşayan bir organizmaya benzettiği devletin beş aktif unsurunu “Sosyopolitik, Ekonopolitik, Kratopolitik, Demopolitik ve Jeopolitik” olarak adlandırmış ve böylece “jeopolitik” terimi doğmuştur.[40] Kjellen, “coğrafi teşekkül ya da mekan içinde ilmi olarak devletin incelenmesine” jeopolitik demiştir. Devlet varlığının tabiat kanunları ve insanların davranışları açısından tetkik ve kıymetlendirilmesidir.[41]

                        3-Jeopolitiğin Düşünürleri

            Jeopolitik düşünürlerin kimliği bir bakıma, jeopolitiğin tarihçesi demektir. Burada sözü edilenler adları sıkça geçenlerdir.

            Friedrich Ratzel (1844-1904) : Münih ve Leipzig üniversitelerinde coğrafya profesörlüğü yapmıştır. Jeopolitik adını kullanmamış, siyasi coğrafyanın kuruluşuna ve siyasi coğrafyadan jeopolitike geçiş ortamının oluşmasına katkıda bulunmuş ve bu geçişi hazırlamıştır. Ülke sınırlarının değişirliği ve değiştirilebileceği görüşündedir. Bu görüş, genişleme politikasına dayanak arayanlar için bu arada Alman Karl Haushofer için önemli bir belge olmuş ve tanınmış jeopolitikçiyi etkilemiştir. Devleti toprağa bağlı bir parça olarak görür ve alan genişliğine önem verir. Görüşlerini 1897’de Politische Geographie adlı eserinde açıklamıştır.[42] Pierre Celerier, Ratzel’in ırkçılık anlayışından uzak olmadığını belirtmektedir.[43]

            Alfred Mahan (1840-1914) : ABD Deniz Akademisi’nden mezundur. 1890 yılında yayımlanan Deniz Kuvveti’nin Tarihi Etkisi (1660-1783) en önemli eseridir. Kendine özgü bir teorisi yoktur. Donanmanın ve denizlerin önemini tarihten aldığı örneklerdeki gelişmeler içinde açıklamış ve dünya gücü olabilmek için denizlere egemen olma gereği üzerinde durmuştur.

            Rudolf Kjellen (1864-1922) : İsveç Göteborg Üniversitesinde devletler hukuku hocalığı yapmıştır. 1916 yılında yayımlanan “Devlet, Bir Hayat Şekli” kitabında ilk kez jeopolitik terimini kullanmıştır. Coğrafyanın devletin oluşumu üzerindeki etkisini incelemiş ve devletin varlığını devletin gücünde görmüştür. Bu gücü, hukukun da koruyucusu olarak değerlendirmiştir. Friedrich Ratzel’den etkilenmiştir.

            Nicholas J.Spykman (1893-1943) : Jeopolitiği ABD’nin savunması, güvenliğinin sağlanması amacı ile almıştır. Ona göre jeopolitik, bir ülkenin güvenlik politikasının coğrafya olaylarına göre planlanmasıdır. Kenar kuşak ülkeleri ve bu ülkelerin bulunduğu coğrafya üzerinde durmuştur. Jeopolitik tartışmalarda, Mackinder’in teorilerinin karşısına tutarlı bir seçenek getirmiştir. Teorisi, “Kenar Kuşak Teorisi” olarak tanınır.

            Karl Haushofer (1896-1946) : Askeri Akademi mezunudur. Münih Üniversitesinde siyasi coğrafya ve askeri tarih okutmuştur. 1923’ten itibaren, Rudolf Kjellen’in ölümünden sonra Almanya’da etkili olmuştur. Devletin konumunu en önemli güç unsuru olarak görür. II. Dünya Savaşı öncesi, politik hareket tarzları üretilmesi ile ilgili çalışmaları olmuş, Rusya ile ittifak kurulması bunun için önce Batı’da başarı kazanılması, önce Fransa’ya ve İngiltere’ye taarruz edilmesi görüşünü savunmuştur. Hitler’in politikasına etkisi olmuştur. 1924 yılı başında Münih Üniversitesinde “Institut für Geopolitik”in yayın organı olan Zeitschrift für Geopolitik’i (Jeopolitik Dergisi) çıkartmıştır. Bazı çevreler kendisini jeopolitiğin Makyavel’i olarak adlandırırlar.

            Halford Mackinder (1861-1947) : Londra Üniversitesi coğrafya profesörü, parlamento üyesi, Londra İktisat Okulu Müdürü, Kraliyet Coğrafya Cemiyeti ikinci başkanı oldu. Görüşlerini, önce Krallık Coğrafya Kurumuna 1904 yılında sunduğu Tarihin Coğrafya Mihveri konferansında açıklamıştır. 1919 yılında “Demokratik İdealler ve Gerçek” adlı kitabını yayımlamıştır. Savunduğu kara hakimiyet teorisi, jeopolitiğe canlılık getirmiş ve konuların somutlaşmasına, tartışmaların bir düşünce odağı kazanmasına katkılarda bulunmuştur. Kitaplarını İngilizler için yazmış, fakat kuramlarını en fazla Almanlar tartışmış ve planlarında kullanmıştır.[44]

                        4-         Jeopolitiğin Unsurları[45]

            Stratejinin üç unsuru olan mekan, kuvvet ve zaman jeopolitiğin unsurlarının da başlıklarını oluşturur.

            Jeopolitiğin “değişken” ve “değişmeyen” unsurları iki ana unsur altında toplanabilir. Bunlar :

            1.Jeopolitiğin coğrafi unsurları (Değişmeyen unsurlar)

                        Coğrafi konum (Anakaralar arası ve bölge düzeyinde)

                        Sınırlar ve coğrafi bütünlük

                        Saha genişliği ve sahip olunan stratejik kaynaklar

                        Coğrafi özellik (Ada devleti, kıta devleti, iç devlet...)

            2.Jeopolitiğin beşeri unsurları (değişken unsurlar)

                        Sosyal değerler

                        Ekonomik değerler,

                        Politik değerler,

                        Askeri değerler,

                        Kültür değerleri ve kültür çevresi

                        5-         Jeopolitik Kuramlar

            Jeopolitiğin doğuşundan bu tarafa jeopolitikçiler bilimsel bir jeopolitik temel oluşturma yolunda gayret göstermişlerdir. Bu çalışmalar bazen siyasi coğrafya, bazen jeopolitik, bazen siyasal bilgiler çerçevesinde yürütülmekle beraber, sonuçları itibariyle jeopolitik değerlendirmelere esas olacak birçok bilimsel veriler sağlamışlardır.

                                   a-     Deniz Egemenliği Kuramı

            19. Yüzyılda endüstri devrimi sonucu bir yandan yeni keşifler yapılmış, diğer yandan ekonomik ilişkiler büyümüştür. Ham madde arayışı ve yeni ürünlerin pazarlanması ihtiyacı, deniz yollarının önemini artırmış, gelişen teknoloji ile mesafeler kısalmıştır. Tarihi ipek yolu önemini kaybederken, denizler önem kazanmaya başlamıştır.[46]

            Deniz egemenliği kuramı (ekolü), Barbaros Hayreddin Paşa’nın “Denizlere egemen olan, dünyaya egemen olur” özdeyişi ile açıkladığı tezin, bilimsel yapısını ve yorumunu yapan bir jeopolitik ve jeostratejik görüş alanını oluşturur.[47]

            ABD amirallerinden Alfred Thayer MAHAN (1840-1914), bir jeopolitikçi olmamasına rağmen, kitap ve makalelerinde ileri sürdüğü fikir ve yorumların büyük bölümü jeopolitik karakteri taşır ve bunların toplam bilimsel verimi “Deniz Hakimiyeti Teorisi” adı altında belirtilebilir.

            Kara kuvvetleri ile dünyada ancak belirli ölçüde yer işgal edilebilir, halbuki dünya egemenliği veya büyük imparatorluklar kurmak için denizaşırı nokta ve bölgelerin ele geçirilmesi ve bunlarla anavatan arasındaki irtibatı sürdürmek için de denizlerde egemen olmak gereklidir.

            Mahan, Britanya İmparatorluğu’nun gelişmesi ile Britanya donanmasının gelişmesi arasında yakın bir ilişki görüyor, dünyanın belli başlı deniz yollarının aynı zamanda Britanya İmparatorluğu’nun iç bağlantı hatları olmasına dikkat çekiyordu. Gerçekte de o yıllarda Dover, Cebelitarık, Süveyş Kanalı, Ümit Burnu, Singapur gibi önemli su yolları veya bu yolları denetleyebilen stratejik noktaların hemen hepsi Britanya İmparatorluğu’nun elinde bulunmaktaydı.

            Mahan ve teorisinin değeri konusunda en büyük kanıtı, son iki dünya harbini de denizlerde güçlü olan tarafların kazanmış olmaları teşkil eder.[48]

            Günümüz dünyasının temel düşüncesi “dünyanın kontrolünün dünya ticaretini ele geçirmekle sağlanacağı”dır. İngiltere’de Kraliçe Elizabeth I. (XV.Yüzyıl) döneminde Sir Walter Raleigh’in görüşü; “Denizi kontrol eden, dünya ticaretini kontrol eder, dünya ticaretini kontrol eden dünyanın kendisini kontrol eder”. Aradan geçen altı yüzyıla karşın değişmemiştir.. Mahan’ın üzerinde durduğu ve genişlettiği düşüncesinin esası budur.[49]

            Churcill, kendi ulusu adına konuşarak şöyle demiştir : “Avrupa ile açık deniz arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığımızda, her zaman açık denizi seçeriz.” Bu ifade, İngilizler ya da sözgelimi Japonlarınki gibi bir coğrafi yapıya sahip olan uluslar için kaçınılmaz olan seçenekleri ortaya koymaktadır.[50]

                                   b-        Kara Egemenliği Kuramı:

            “Kara Egemenliği Teorisi” İngiliz H.Mackinder tarafından ortaya konmuştur. Holford Mackinder (1861-1947), 1904’te “The Geographical Pivot of History-Tarihin Coğrafi Ekseni” adlı eserini yayımlamış, 1919’da “Demokratik İdealler ve Hakikat” adlı kitabında Heartland’ın sınırlarını yeniden düzenlemiştir.

            Mackinder, Akdeniz’i, “Atlantik Körfezi” diye adlandırır. Ayrıca “heartland-kalpgah-merkez bölgesi” tanımı yapmıştır. Buna göre; Dünya adasında dünya çapında bir güç merkezi oluşturacak şekilde kendi kendine yeterli bir bölge vardır ve burasını “merkez bölgesi-heartland” olarak adlandırır. Merkez Bölgesinin sınırlarını batıda Baltık Denizi ve Karadeniz, doğuda Sibirya, güneyde Tibet dahil İran ve Afganistan’a kadar Himalayalar, kuzeyde Kuzey Buz Denizi arasında kabul etmiştir.[51]

            Mackinder’in kuramı, özetle “Merkez bölgesine egemen olan dünya adasına egemen olur. Dünya adasına egemen olan, dünyaya egemen olur.”[52] şeklinde ifade edilebilir.

                                   c-         Kenar Kuşak (Rimland) Kuramı

            Spykman(1893-1943), Mackinder’in Merkez Bölgesi’ne dayanan dünya hakimiyeti görüşünü bir anlamda tersine çevirerek “Kenar”a sahip olmanın önemi üzerinde durmuştur.

            Spykman, Dünya Adasına hakimiyeti, merkez bölgesini çeviren kaynak ve imkanları daha geniş olan kenar kuşağa hakimiyet ile mümkün görür. Bu dış kuşak; Avrupa, Türkiye, Irak, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Çin, Kore ve Doğu Sibirya’dır.

            Kuram şu şekilde formüle edilebilir:

            *Kenar kuşak ülkelerine hakim olan Dünya Adasını kontrol eder.

            *Dünya Adasını kontrol eden dünyayı kontrol eder.[53]

            Mackinder’in kara hakimiyet teorisi ile aynı coğrafi değerlendirmeyi kullanır. Birisi merkezden dışa, diğeri dıştan merkeze gelişmeyi mümkün görür.

                                   d-        Hava Egemenliği Kuramı

            Bu teori genellikle kara egemenliği kuramının kurucusu Mackinder’in kuramının uygulanmasında hava gücünün yerini ve etkisini saptar. Hava gücü teorisine temel teşkil eden çalışmaların onurunu İtalyan Generali Giulio Douhet’e (1869-1930) vermek haksızlık olmayacaktır. Aslında bir topçu subayı olan Douhet hava gücünün topyekün savaştaki anlamını anlamıştır ve 1909 yılında bu konudaki ilk yapıtını yayımlamıştır.[54]

            II.Dünya Savaşı’ndan sonra “hava gücüne” dayanan yeni bir egemenlik kavramı hızla gelişmeye başlamıştır. Buna göre “Hava araçları, daha önceleri devletin güvenlikleri, deniz, dağ, çöl...gibi” engellerin etkisini değiştirmiştir. Mackinder’in merkez bölgesine dayanan kara gücünün, deniz gücünün direkt etkisinden korunmuş olabilme olasılığını bu bölgenin tavanını aşmak suretiyle yok etmiştir.[55]

            Mackinder şu çok tekrarlanan kuralı formüle etmiştir.

- Doğu Avrupa’ya hükmeden kalbe hükmeder

- Kalbe hükmeden Dünya Adası’na hükmeder.

- Dünya Adası’na hükmeden Dünya’ya hükmeder.[56]

            Hava ve uzay güçleri yüzyılın başındaki jeopolitik varsayımları geçersiz kıldığı için Mackinder’in kuramı artık ciddiye alınmamaktadır. Ancak Collins, Mackinder’le bir paralellik kurmaktadır : “Çevremizi saran uzay, Dünya’yı seksen bin kilometre yüksekliğe kadar sarar” ve Collins XXI. Yüzyılın ortalarında, askeri hakimiyetin anahtarının bu olacağını ileri sürmektedir.

- Yerküresini saran uzaya hükmeden, Dünya gezegenine hükmeder.

- Ay’a hükmeden dünyayı çevreleyen uzaya hükmeder.

- L-4 ve L-5’e egemen olan Dünya ve Ay Sistemi’ne hükmeder.

            (L4 ve L5, ay denge noktalarıdır, uzayda ayın ve yeryüzünün yer çekiminin eşit olduğu noktalardır. Kuramsal olarak, oraya yerleştirilecek askeri üsler, fazla bir yakıt gerektirmeden çok uzun süreler orada kalabilirler. Bunlar yarının uzay savaşçıları için “yüksek tepeler” kesiti olabilirler.[57])

            “Alman kuramcısı Ratzel’in (1844-1904) ortaya attığı “Devlet İçi Alan” düşüncesi devleti canlı bir organizmaya benzetir. İnsan bunun hareket verici unsurudur.

            Bu konu, Alman General Karl Haushoffer (1869-1941) tarafından ele alınmış ve “Devlet İçin Hayat Alanı” biçiminde değiştirilmiştir. Buna göre, hayat alanına sahip olup onu genişletmek, örgütlenme, komuta ve yönetim gücü üstün olan insan topluluklarının doğal hakkıdır.[58]

                                   e-         Hayat Alanı Kuramı (Lebensraum)

            Ratzel, Kjellen ve izleyicilerinin kurup geliştirdiği Alman Jeopolitik Ekolünü, Birinci Dünya Harbinin cephelerinde General ve daha sonra Münih Üniversitesi Cografya kürsüsünde profesör olan Karl Haushofer (1869-1946) bu alandaki yoğun çalışmaları ile bütünlemiştir. Haushoffer’in orijinal adı LEBENSRAUM olan Hayat Alanı Teorisi de devletin canlı bir organizma olduğu esasına dayanır; “her organizma gibi devlet de güçlendikçe büyümek mecburiyetindedir, bu da hayat alanını yani ülkesini genişletmekle olur” şeklinde belirtilebilecek bu düşünce, kurucusu tarafından Hitler’e de empoze edilecek ve onun “Mein Kampf-Kavgam” adlı kitabının altıncı bölümünde yer alacaktır.

            Günümüzde bu teori çerçevesinde yorumlanabilecek bazı davranışlar hâlâ mevcuttur. Nazilerle en karşıt durumda olması gereken İsrail’in çevresine genişleme politikasının kökeni Tevrat’a dayanan bir Hayat Alanı edinme çabası olarak belirtilebilir.[59]

                                   f-         Jeostratejik ve Jeopolitik Alanlar Kuramı

            Son zamanların en önemli sentezlerinden birini oluşturan bu teori, Amerikalı Saul B.Cohen tarafından 1963’de yayınlandığı “Geopraphy and Politics in a Divided World-Bölünmüş bir Dünyada Coğrafya ve Politika” adlı kitapta ileri sürülmüştür.

            Cohen’e göre dünyamız dört jeostratejik grupta toplanan dokuz jeopolitik bölgeye ayrılmıştır. Bu teoriye göre, Heartland, “Doğu Avrupa ve Avrasya kıtasal gücü” olarak adlandırılmaktadır.

            Tampon ve kilit bölgeler (Shatterbelts) Türkiye, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya’yı kapsamakta olup, bağımsız jeopolitik bölge olarak adlandırılan Güney Asya Alt Kıtası ile beraber Spykman’ın Rimland’inin yeni bir yorumunu getirmektedir.

            Ticarete dayalı “denizci dünya” olarak belirtilen ülkeler konum bakımından doğru olmakla beraber işlev bakımından noksandır.

            Bu teori bazı düzeltmelerle çağdaş görüşe temel oluşturabilir ve olayların hem yorumunda hem de politik ve stratejik tutum tespiti işlemlerinde yararlı olabilir.[60]



[1] Erkin Ekrem, “Casus Uçak Krizi Sonrası ABD-Çin İlişkileri: Asya-Pasifik’te Etkin Olma Savaşı”, Stratejik Analiz Dergisi, Cilt. 2, Sayı 14, Ankara, Haziran 2001, s. 81

[2] Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik Türkiye’nin Uluslar arası Konumu, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 328

[3]  Mao Zedung, Doğumunun 100. Yılında Başkan Mao’dan Seçme Sözler (Kızıl Kitap), Umut Yayımcılık, İstanbul, Kasım 1993, s. 118

[4]  Ali A. Mazrui, “Tarihin Sonu ve İslam”, (Çev. Kenan Çayır), Tarihin Sonu mu? Francis Fukuyama, Der. Mustafa Aydın, Ertan Özensel, Vadi Yayıncılık, Ankara, Mart 2002, s. 136

[5]  A.g.e., s. 136

[6] Cengiz Okman, Askeri Strateji Cilt I Kısım-I, Deniz Harp Okulu K.lığı, İstanbul, 1978,  s. 2

[7] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, Güncel  Yayıncılık, İkinci Basım İstanbul, Şubat 2000, s. 26

[8] A.g.e., s. 28

[9]  M.Tanju Akad, 20. Yüzyıl Savaşları, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1992, s. 21

[10] Deniz Stratejisi, Deniz Harp Akademisi K.lığı, İstanbul, 1998, s. II-1.

[11] Nurettin Türsan, Strateji Üzerine, Harp Akademileri K.lığı, İstanbul, Mart 2002,  s. 9

[12] Deniz Stratejisi, s. II-1.

[13] Deniz Stratejisi, s. II-2.

[14] A.g.e., s. II-18.

[15] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s. 33

[16] Paul Kennedy, Savaşta ve Barışta Büyük Stratejiler, Eti Kitapları, 1. Baskı, İstanbul, Nisan 1995, s.12

[17] Basil Henry Liddell Hart, Strategy, New York, 1974’den aktaran, Paul Kennedy, Savaşta ve Barışta Büyük Stratejiler, s. 14

[18] Urs. Schwarz, Laszlo Hadik, Stratejic Terminology, s. 94’den aktaran, Cengiz Okman, Askeri Strateji Cilt I Kısım-I,  s. 12

[19] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s. 322

[20] Paul Kennedy, Savaşta ve Barışta Büyük Stratejiler, s. 18, 113, 20

[21] Cengiz Okman, Strateji Teorisine Giriş, Deniz Harp Okulu K.lığı, İstanbul, 2000, s. 7

[22] Cengiz Okman, Strateji Teorisine Giriş, s. 11

[23] Paul Kennedy, Savaşta ve Barışta Büyük Stratejiler, s. 153

[24] Winston S.Churchill, A Roving Commission, 1930, s. 232’den aktaran, Paul Kennedy, Savaşta ve Barışta Büyük Stratejiler, s. 97

[25] Cengiz Okman, Strateji Teorisine Giriş, s. 8

[26] Deniz Stratejisi, s. I-1.

[27] Prof. Suat Bilge, Milletlerarası Politika, AÜ Siyasi Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1996, s.313’den aktaran, Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s.51

[28] Deniz Stratejisi, s. I-1.

[29] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s.53

[30] Deniz Stratejisi, s. I-4.

[31] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s.56

[32] Deniz Stratejisi, s. I-10.

[33] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s. 60

[34] A.g.e., s. 61

[35] Bülent Önen, Deniz Askeri Coğrafyası, Harp Akademileri K.lığı, İstanbul, Ekim 1993,  s.19

[36] Servet Cömert, Jeopolitik, Jeostrateji ve Strateji, Harp Akademileri K.lığı, İstanbul, 2000, s. 89

[37] Suat İlhan, Jeopolitik Duyarlılık, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1989, s. 13

[38] A.g.e., s. 14

[39] Muzaffer Özdağ, “'Medeniyetler Çatışması' Üzerine”, Rusya Özel, Avrasya Dosyası, C.1, Ankara, 1994, s. 153

[40] Servet Cömert, Jeopolitik ve Türkiye’nin Yer Aldığı Yeni Jeopolitik Ortam, Harp Akademileri K.lığı, İstanbul, 2001, s. 12

[41] Servet Cömert, Jeopolitik, Jeostrateji ve Strateji, s. 89

[42] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s. 90

[43] Pierre Celerier, Jeopolitik ve Jeostrateji, Harp Akademileri K.lığı, İstanbul, Ağustos 1998,  s. 23

[44] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s. 91

[45] Pierre Celerier, Jeopolitik ve Jeostrateji, ss. 27-44

[46] Servet Cömert, Jeopolitik ve Türkiye’nin Yer Aldığı Yeni Jeopolitik Ortam, s. 14

[47] Mert Bayat, “Deniz Gücü Dersi” Notu, Deniz Harp Okulu, İstanbul, 1992, s. 38

[48] Servet Cömert, Jeopolitik, Jeostrateji ve Strateji, s. 78

[49] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s. 96

[50] A.g.e., s. 97

[51] Servet Cömert, Jeopolitik, Jeostrateji ve Strateji, s. 71

[52] Pierre Celerier, Jeopolitik ve Jeostrateji, s. 23

[53] Servet Cömert, Jeopolitik, Jeostrateji ve Strateji, s. 76

[54] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s. 100

[55] A.g.e., s. 101

[56] Pierre Celerier, Jeopolitik ve Jeostrateji, s. 23

[57] Erol Mütercimler, 21. Yüzyıl ve Türkiye, s. 104

[58] A.g.e., s. 105

[59] Servet Cömert, Jeopolitik, Jeostrateji ve Strateji, s. 80

[60] A.g.e., s. 81

 
Make a Free Website with Yola.